latin amerikan haber yorum

“Sahip Olmak Ya da Olmak”: Venezüella’da Sosyalist-Feminist Bir Ekonominin Kuruluşu – Lidice Navas İle Söyleşi

Posted by lahy 10/09/2010

Politik tarihçenizi anlatır mısınız?

Karakas’da Bir PSUV (Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi) adayıyım. Ayrıca Karakas Bölge Polit- Büro üyesi ve bir Latin Amerika Parlemento adayıyım. Kadın Gelişim Bankasında (Banco de Desarrollo de la Mujer, BanMujer) bazı sorumluluklarım var ve ayrıca sosyalizmi topluluk düzeyine inşa etmeye çalıştığımız parroquia [mahalle] El Valle’de bir koordinatörüm.

Uzun bir dönem boyunca devrimci bir eylemciydim. Venezüella devrimci hareketinde bir militan olarak yer aldım. 1976′da Bandera Roja gerilla hareketinin bir militanı ve kurucusuydum, o bölündüğünde Bandera Roja Marxista-Leninista’ya katıldım ve bu örgütlenme son buluncaya kadar onda aktif olarak çalıştım. Zor yıllardı. Birçok kere tutuklandım, işkenceye maruz kaldım. Örneğin 1980′lerde sahte bir idam yaşadım.

Eşimle birlikte sürgüne gittiğim El Salvador’da, FMLN devrimci gerilla hareketinin militinlarıydık. Bu mücadelede hem eşimi, hem de büyük oğlumu kaybettim. 1992′de El Salvador’da Hakikat Komisyonu’ndaydım ve 1995′de Venezüella’ya dönünceye kadar insan hakları çalışanlarına eğitim verdim.

Döndüğümde mücadelede yeni aşamadaydı. Hugo Çavez ile ilk kez 1994′de karşılaştım ve 1998′de onun seçim kampanyasında çalıştım.

Kadın Gelişim Bankası’nın temel hedefleri neler, açıklar mısınz?

BanMujer, esas olarak kadınların ve özellikle ekonomik kaynaklardan yoksun kadınların hayatını dönüştürmeyi amaçlıyor. Yalnızca kredi imkanı sağlayarak bu dönüşümü gerçekleştirmek elbette mümkün değil. Böylesi bir dönüşüm politik yapılanma ve örgütlenmeyi kapsayan toplumsal- üretici süreçleri de gerektiriyor. Kredi olanağı, kadınların programa katılımını sağlamak açısından ilk elde elbette çekici, ama esas amacımız, kendi kendilerini yöneten toplumsal failler haline gelmeleri için kadınların kendi hayatlarını dönüştürmeye destek olmaktır. BanMujer’in destekçileri, bu politik süreci geliştirmeye destek oluyor. Kurulduğundan bu yana BanMujer, 400.000 kadına bu bağlamda destek sağladı. Bu kadınlar, sosyalist geçiş sürecinde son derece önemli bir yer tutan kooperatifler, üretici ekipler ve sosyal-ekonomik örgütlenmeler oluşturdu. BanMujer bu önemli süreçte bir hızlandırıcı işlevi gördü.

Bolivarcı süreçte kadınlar yönünden başarılar ve zorluklar nelerdi?

En büyük zorluk, tarihsel bağımlılık, ayrımcılık ve dışlama ilişkilerinin parçalanması alanındaydı. Özellikle yoksulluğun yol açtığı sorunlardan söz ediyorum. Daha önceleri yoksul insanların özel bankalardan kredi alma olanağı yoktu. Bu, en önemli başarılarımızdan biriydi ve kadınları zaten biliyor oldukları, bizi yeni bir ekonomi biçimine, bir sosyalist ya da dayanışma ekonomisine götüren kapitalist üretim-dışı bir temelde yeni üretim biçimleri yaratmaya yönlendirdi.

İlk üç yıl bireylere kredi sağladık. Şimdi öğrendiklerimize dayalı olarak örgütlenmenin önemini vurguluyoruz. Bu, patronlarla yeni bir ilişki biçimi şekillendirdiğimiz anlamına da geliyor. Yeni kurumlar oluşturma sürecinde kadınların özgüven duygusunu geliştirmesi için birbirine destek olduğu Red Popular de Usuarias de BanMujer’i (BanMujer Kullanıcılar İletişim Ağı) kurduk. Yaşları ya da okuma yazma düzeylerindeki farklılıklar nedeniyle kadınlara ayrımcılık yapmıyoruz. Bir kadın ellili yaşlar bile olsa üretici bir yurttaş olabilir. Ağ’a katılan kadınlar, önerilen programlara ve çalışmaların hemen hepsine katıldı. Birçok kadın okuma yazma öğreniyor, hatta üniversitede öğrenim görüyor.

Programlarımızın etkisini ölçmeyi amaçlayan BanMujer katılımcı araştırma projelerinden de sorumluyum. Bunu, finansal ve diğer programların gücü ve zayıflığını ölçen bir “diálogo de saberes” [“bilgi alışverişi”] temelinde yapıyoruz.

Şu anda en temel sorunlarımızdan biri kooperatiflerin güçlendirilmesi. Kooperatifleri bir dayanışma ekonomisine dönüştürme süreci, katılımcılar yönünden son derece zorlu bir öğrenme sürecini gerektiriyor.

Aşağı ve yukarı dinamikleri birleştirmeye çalışırken ortaya ne tür çıkan gerilimler çıkıyor?

Unutmamalıyız ki, halkın çoğunluğunun dışlandığı 500 yıllık bir sömürgeciliğin hüküm sürdüğü bir bağlamda çalışıyoruz. Sömürgecilik, İspanyol sömürgeciler gelmeden önce yerli toplulukların sahip olduğu dayanışma gelenekelerini parçaladı. İnsanlar arasında ve insanla doğa arasındaki uyumlu ilişkileri yıkarak, sömürü ilişkileri temelinde dışalamaya dayalı yeni bir kültürü dayattı. Kapitalizm, bu feodalizimsi koşullar altında doğdu. Hiç şüphesiz, bu tarih olanca ağırlığıyla bugün de etkisini sürdürüyor ve sosyalizmin inşasında bu sistemle ilişiği kesmeyi zorlaştırıyor. Hayatın büyün alanlarında kendini hissttiren bir tarihsellik bu.

PSUV’da insanlar kendilerine hâlâ, “bir sosyalist gibi davranmak ne anlama geliyor?”, “benim sosyalizm görüşüm nedir?” tipi sorular soruyor. Bu tartışma, kurumlar ve toplulukla ilişkiler düzeyinde tüm eylemlerimize nüfuz ediyor. Toplulukları etkileyen, eski temsil politikasıyla bağlarımızı kopartmakta yaşadığımız zorlukta da kendisini yansıtan bir şey bu. Sözcü olmak bir şey, temsilci olmak başka bir şeydir. Bir öneri tartışılırken, topluluk içinde görüşünü ifade eden bir birey olarak nasıl davranmam ya da kollektifin, çoğunluğun kararına ne ölçüde razı olmam gerekir? Bu son derece karmaşık bir sorun.

Örneğin kadın kooperatiflerindeki üretim ilişkilerinde patron yok, bu yüzden iş bölümünün nasıl yapılması gerektiğini öğrenmek zorundayız. Onların durumu, herkese ne yapması gerektiğini söyleyen bir patronun olduğu kapitalist bir işletmeden farklı. Kaynakları nasıl kullanmaları ve kârı nasıl paylaşmaları gerektiğine kadınlar karar vermek zorunda. Bu, bir şok olabilir.

Halk iktidarını derinleştirmek için, diğer alanlarda da bir kopuşa ihtiyacımız var. Communas’a (topluluk konseylerine) yetki verme projesini geliştirmek için, özellikle parlementonun işleyiş mekanizmasında bir dönüşüme ihtiyaç duyuyoruz. Hangi yasaların önerilmesi ve tartışılması gerektiği, hangi yasalara ihtiyaç duyduğumuz gibi konularda, halkın tayin edici olması gerekir. Bu konseyler insiyatif yüklenmeli ve halktan gelmelidir. Halkın yasa koyucu olması ve milletvekillerinin halka refakat eden bir sözcüye dönüşmesi gerekiyor. Bu süreci geliştirdiğimizde burjuva anayasasını zayıflamasını da sağlayabiliriz.

Doğru, şimdi yasa koyucular ve halk arasındaki ayrılığı açığa vuran bir burjuva parlementomuz var; yasaları yapanlar ve uygulayanlar, düşünenler ve yapanlar arasında bir ayrım var. Bu, büyük bir çelişkidir. Parlementoda bu dönüşüme direnen büyükce bir çoğunluk var. Öte yandan halk, bir yasa koyucu omanın ne anlama geldiğini tam bilmiyor.

Birey ve kollektif arasında, oluş ve sahip oluş halleri arasında çelişkiler var. Kapitalizmde her şey “tener”a (sahip olmak) ilişkindir; sizi önemli yapan sahip olduklarınızdır. Sosyalizmde ise her şey “ser”e (olmak) ilişkindir; çünkü sizi önemli yapan yaptıklarınızdır. Bu “sahip olmak” sorunu yozlaşmaya neden olan bir şey, çünkü burada temel dürtü hâlâ biriktirmek, diğerlerinden daha fazlasına sahip olmak, daha fazla ayrıcalığa ve alana sahip olmaktır.

Kişisel mülkiyet ve üretim araçları arasında da bir ayrım yapmak zorundayız. Sağcılar, Çavez’in insanların evlerine, arabalarına, küçük işyerlerine el koyacağını söylüyor. Biz ise yalnızca üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete karşı olduğumuzu söylüyoruz. Sağcıların iddiaları gülünç. Madem hükümet sizin bir eve, arabaya sahip olmanızı sağlamak için tüm bu sosyal programları yürürlüğe koyuyor, niçin onları sizden alsın ki? Asıl amaçlanan, sömürüye değil işbirliğine ve dayanışmaya dayalı bir üretim ilişkileri sistemi temelinde üretim araçlarını kollektifleştirmektir.

Bizler biliyoruz ki, bu çelişkilerin üstesinden gelmek, uzun zaman alacak. Bu, uzun ama son derece zengin bir süreç. Yalnızca Simon Bolivar’ın değil,  Simon Rodriguez‘in (Simon Bolivar’ın öğretmeni) görüşlerine ve yerli topluluklardan gelen fikirlere dayanan bu süreç, Venezüella’da inşa ettiğimiz sosyalizme kendine özgü nitelikler kazandırıyor.

Sosyalizm tasavvurunuzu ve solun bunu gerçekleştirmek için ne yapması gerektiğini biraz daha açabilir misiniz?

Daha yapılması gereken çok şey var. Öncelikle halk iktidarını güçlendirmek zorundayız. Halkı yalnızca halk yönlendirebilir. Örgütlü ve hazırlıklı bir kamuya ihtiyacımız var. Dışlamaya dayalı bir sosyalizm olamaz. Herkesin üretici bir özne olarak sürece dahil olması, yaşam kalitesini düzenleme yeteneğinde olması gerekir. Şayet insanlar açsa sosyalizme ulaşamazsınız. Sağlık sisteminden yoksun bir sosyalizm olamaz. İşçiler olmaksızın sosyalizmi kurmanız mümkün değildir, ama çalışma biçimi insan varlığını dönüştürücü ve geliştirici olmalıdır.

İkincisi, halkın desteklediği bir demokrasi yoksa, sosyalizm de yoktur. Bu, herkesin içinde yer aldığı bir halk katılımı demektir. Sorunlarımızı birey olarak çözemeyiz. Çözümler herkes için olamalıdır. Çünkü sorunlar sonsuz, kaynaklar sınırlıdır, çözümler devlet ve topluluk eylemlerinin eşgüdümlemesi yoluyla bulunmak zorundadır.

Son olarak, sosyalizm cinsiyetler arasında eşitliği gerektirir. Başkan, partideki çoğu yoldaş gibi bu görüşü paylaşıyor. PSUV’un 10 Nisan 2010′de kabul ettiği kararlar uyarınca, parti’nin sosyalist ve feminist bir parti olduğu resmileşti.

Susan Sprong ve Jeffery R. Webber’in,  Lidice Navas ile yaptığı ve Kanada Socialist Project web sitesi The Bullet‘de yayınlanan söyleşi metninden, Kutlu Tunca tarafından çevrilmiştir. (k.t. http://ktunca.wordpress.com/2010/07/10/%E2%80%9Csahip-olmak-ya-da-olmak%E2%80%9D-venezuellada-sosyalist-feminist-bir-ekonominin-kurulusu-lidice-navas/)



Bir Yanıt to ““Sahip Olmak Ya da Olmak”: Venezüella’da Sosyalist-Feminist Bir Ekonominin Kuruluşu – Lidice Navas İle Söyleşi”

  1. […] “Sahip Olmak Ya da Olmak”: Venezüella’da Sosyalist-Feminist Bir Ekonominin Kuruluşu – Lidi… […]

Yorum bırakın