Brezilya bir paradokslar ülkesi: Başkan Lula serbest ticarete kucak açıyor, Washington’la askeri anlaşmalar imzalıyor, Davos’taki milyarderler kulübü tarafından 2010 “Yılın Devlet Adamı” seçiliyor ve Wall Street’ten Londra’ya dek bankacıları zengin ediyor; buna rağmen birçok batılı ve birkaç Brezilyalı yazar, Fidel Castro ve başka entelektüeller ve akademisyenler onu “pragmatik solcu” veya “ileri görüşlü” ilan ediyor.
Başkan Lula Da Silva, Rio de Janerio’daki hükümet tarafından ihmal edilmiş derme çatma gecekondularda yaşayan 230’dan fazla insanın hayatını kaybettiği toprak kayması ile aynı gün, 4,4 milyar dolara yeni savaş uçakları satın alınacağını açıkladı. Favelalarda bir drenaj sistemi yokken, Lula ihracatçılar için yollar ve limanlar yapmaya milyarlar harcadı. Brezilya yaygın şekilde Çin, Rusya ve Hindistan’la birlikte (BRIC ülkeleri) yeni yükselen bir dünya gücü olarak kabul görüyor ancak nüfusunun yüzde kırka yakını, yoksulluk sınırında veya bir aile için aylık 200 dolar olan asgari ücretin altında yaşıyor.
Mali destekçilerinin birçoğu açısından Brezilya’nın çekiciliği 210 milyonluk nüfusuna, 100 milyonun üstündeki etkili tüketici pazarına ve tarım ve maden kaynaklarına bağlanabilir: Brezilya, dünyanın en büyük beyaz ve kırmızı et, soya, demir cevheri, pamuk ve etanol ihracatçılarından biri.
İki başka etmen daha Lula rejimini hem sağ hem de sol için gerekli kılıyor. Sağ, Brezilya borsasından, mali sektöründen ve geçtiğimiz 8 yıllık Lula iktidarı boyunca 150 milyardan fazla kar elde edip yurtdışı yatırımcılara aktarmış olan yabancıların sahip olduğu bankalardan (%50’den fazlası) memnun. ‘Sol’ ise, Lula’nın bağımsız dış politikasından coşku duyuyor: Küba’ya karşı ABD boykotuna muhalefeti ve Amerikan Devletler Örgütü’nün dışında kalması, Washington baskısına rağmen İran ile ekonomik ilişkileri sürdürmesi, Venezüella Başkanı Chavez’i kınamayı reddetmesi ve Çin’in 2010’dan beri başta gelen ticaret ortağı olarak ABD yerine Brezilya’yı tercih etmesi. Dahası, Lula savunucularının ve onu mazur göstermeye çalışanların çoğu, muhtaç durumdaki 10 milyon aileyi desteklemek için aylık 40 dolar sağlayan ve yoksulluğu azaltan “yoksulluk programını” örnek gösteriyorlar. Lula solu, rejimin yoksulluk desteği alanlar için uygun ücretlerle anlamlı bir istihdam yaratmadaki başarısızlığını ve 20 milyon topraksız tarım işçisi için bir tarım reformu yapma vaadini yerine getirmemesini unutuyor. Lula destekçileri, rejimin Brezilyalı tarım ve maden ihracatçıları için piyasaları çeşitlendirme politikasını ve yoksullara milyarlarca dolarlık seçim patronaj desteklerini Lula’nın “ilericiliğine” örnek olarak gösteriyorlar.
Lula’nın ilerici imajına iki öğe daha ekleniyor: işçi sınıfı ve sendika kökeni ile süren yüksek popülaritesi (son anketlere göre %60). İşçi sınıfı geçmişi 20 yıldan daha eskiye dayanıyor: Lula 25 yıldan bu yana bir fabrikada çalışmadı. 1980’lerin ortalarından beri partisinin orta sınıf bir siyasi görevlisi durumunda. Ayrıca Lula’nın işçi sınıfı kökeninin, büyük iş dünyası stratejistleri ve neoliberal merkez bankaları ile ekonomi bakanlarına bağlı olan şu anki siyasi ve sosyal adanmışlığı ve görevleri ile hiçbir ilgisi yok. Anlaşılması gereken şey, Lula’nın muhafazakâr popülizm siyasetinde bir efendi olduğu gerçeği: Lula, Güney Amerika’daki en büyük eşitsizliklere sahip bir sosyal hiyerarşiyi sürdürmesine rağmen yüz yüze temasları ve “halk adamı” olarak medya imajı sayesinde yoksullarla duygusal bağ kurmayı iyi beceriyor. ABD veya AB’deki hiçbir muhafazakâr neoliberal lider, popülizm ile neoliberal ortodoksiyi aynı başarıyla bir araya getiremezdi.
Bir “Yükselen Dünya Gücü” olarak Brezilya Miti ve Gerçekliği
Süregiden yaygın yoksulluk ve toprak ve refah konusundaki sosyal adaletsizlik düşünüldüğünde, hiçbir ferasetli gözlemci Brezilya’nın yükselen bir dünya gücü olarak yeni statüsünün Lula’nın sosyal politikalarından kaynaklandığını iddia edemez. Brezilya’yı dünya sahnesine çıkaran tüm sebepler ekonomik performansına dayanıyor. Ampirik gerçekliklerin kısa ancak yakından bir incelemesi, Brezilya’nın performansı ve Lula’nın bir dünya gücü statüsüne erişme iddiaları konusunda çok derin şüpheler ortaya çıkaracaktır. 2003-2009 arasında Brezilya gayri safi yurtiçi hâsılası %3,4 gibi düşük bir oranla ve kişi başına sadece %2 büyüdü (Latin Amerika ortalamasının en az %1 altında). Brezilya’nın performansını diğer BRIC ülkeleriyle, özellikle Çin ve Hindistan’la kıyaslarsak, Brezilya GSYİH’si bunların büyüme oranından %40 daha az artış gösterdi. Ayrıca, yeni yükselen diğer güçlerin büyümesinin büyük kısmı, çeşitlendirilmiş endüstriyel ihracata (Çin) ve yüksek teknoloji bilgi hizmetlerine (Hindistan) dayanırken, Brezilya halen tarım ve maden ihracatındaki dinamik genişlemeye bağımlı.
Lula’nın sekiz yıllık görev süresi, fiyatlar ve tarım ve maden ürünlerine olan talebe bağlı olarak büyüme ve durgunlukla karakterize oluyor. Emtia artışı yılları boyunca (2004-2008), Brezilya %4,5 büyüdü; emtia fiyatlarındaki düşüş sırasında (2003-2009) Brezilya %1’in altında durgunluk yaşadı. Yani Lula’nın “serbest piyasa politikalarının” Brezilya’nın ekonomik performansı ile çok bir alakası yok. Bunun daha çok dünya piyasalarının emtia talebiyle ilgisi var. Lula’nın, Brezilya’nın emperyalist merkezlerden “bağımsızlığı” sayesinde 2008-2010 dünya krizinin etkisinden sakınacağı iddialarına rağmen, gerçekte Ekim 2008’den başlayarak Ocak 2010’a dek sürecek şekilde, Brezilya 2009’da sıfır büyüme ile resesyona girdi. 2010’daki düzelme büyük ölçüde emtia talebinde Çin’in sebep olduğu canlanma ve patlamayla ve 2010 başından bu yana fiyatı ikiye katlanan demir cevheri gibi kilit önemdeki ihracat mallarının fiyatlarındaki keskin yükselişle bağlantılı.
Brezilya’nın Lula dönemindeki ekonomik performansı yalnızca kaplumbağa hızıyla %3 büyüme sağlanan önceki ultra neoliberal Cardoso rejimi döneminde elde edilen yıkıcı sonuçlara kıyasla olumlu görünüyor. Daha da çarpıcı olansa, Cardoso ve Lula rejimleri arasındaki stratejik sosyo-ekonomik ve siyasi devamlılıklar. Cardoso, en karlı kuruluşları komik derecede düşük fiyatlara özelleştirerek kamu sektörünü mahvetmişti. En açık örnek, dünyadaki en zengin demir madenlerinden biri olan ve şu anda yıllık 3 milyar doları aşan karıyla 20 milyar dolardan daha fazla eden Vale del Doce’nin bir milyar dolardan daha ucuza satılmasıydı. Lula, piyasa fiyatının altında elde edilen bankalar, madenler, petrol ve telekomünikasyon şirketleri dâhil, Cardoso’nun en tartışmalı özelleştirmelerini korudu ve hatta genişletti.
2002’deki ilk seçim zaferinden önce bile Lula, %4’lük bir bütçe fazlasını koruma, emeklilik maaşlarını azaltıp ücretleri düşük tutarak sosyal harcamaları kısıtlayan ortodoks bir mali politika uygulama konusunda Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ortodoks bir anlaşma yapmıştı. Lula, atamalar yoluyla Çalışma Bakanlığı’na aldığı ana sendika konfederasyonu (CUT) liderleri üzerindeki etkisi nedeniyle, bu ortodoks para politikalarını uygulama konusunda Cardoso’dan daha başarılı. Yani Lula, popülist retorik ile mali tutuculuğu, sembolik işçi atamaları ile başlıca finans merkezleri ve ekonomik politika çarlarıyla uzun süreli bağları örttü.
Lula, işçi sınıfı sosyal reformlarından BOVESPA’nın (Brezilya borsası) güvenilir bir müttefiki olmaya geçişi için başlıca finans gazetelerinin tümünün coşkulu desteğini aldı. Yabancı rezervlerde 200 milyar dolardan fazla para biriktirmeye ve eğitim, sağlık ve barınma alanında 100 milyon Brezilyalıyı etkileyecek sosyal harcamaları artırmak yerine dış borcu ödemeye öncelik verme politikaları, tüm ortodoks ekonomi uzmanlarından övgü aldı. Ekonomideki istikrar işçi sınıfının ve kır yoksullarının yaşamlarındaki istikrarsızlık pahasına sağlandı. Lula döneminde işsizlik asla %10’un altına inmedi, enformel sektör %30’un üstünde kaldı, kırda yaşayan dört milyon aile topraksız kaldı, Lula’nın tarım ihracatçılarını teşvik etme politikası sonucunda Amazon yağmur ormanları yılda 2 milyon hektar kaybetti. Yerli bölgelerindeki rezervler sömürüldü, toprak işgal edildi, insanlar öldürülürken yetkililer spekülatörlerin sahip olduğu ekilmeyen toprakları işgal eden kır hareketlerini cezalandırmakla meşgul oldu. Lula’nın tarım ihracatçılarını finanse etme politikası başarılı oldu – ekilen topraklar genişledi, kazanç geometrik olarak arttı ve refah yükseldi – ama mülk sahipleri, yatırımcılar ve hissedarlar için. Ancak korkunç bir bedelle: 2 milyondan fazla kır işçisi varoşlara göçe ve marjinal işlere, Rio ve Sao Paolo favelalarını kontrol eden uyuşturucu çetelerinin ağına düşmeye zorlandı. Milyonlarca çiftçi ailesi, yüksek faizle borç almak ve yüz binlercesini iflasa sürükleyen ve Brezilya’yı besin açısından yetersiz bir ülke haline getiren sübvanse edilen gıda ihracatıyla rekabet etmek zorunda kaldı.
Lula, seçim sırasında ve hemen sonrasında, 350.000 üyeli güçlü Topraksız Köylü Hareketi’ne (MST) yılda 100.000 aileye barınma, kredi ve teknik yardım sağlayan bir tarım reformu gerçekleştirme sözü vermişti. Görevdeki sekiz yılı boyunca, Lula 40.000’den az aileyi yerleştirerek sözünü yerine getirmedi ve yeni ve kurulmuş kooperatiflere yeterli finansman sağlamayarak üçte birini iflasa sürükledi. MST, Lula’ya verdiği “kritik desteğin” karşılığında, toprak reformunu güvenceye almak için çiftlikleri işgal etme politikası sürse de siyasi inisiyatifi kaybetti. Kısa bir hoşgörü döneminin ardından, hükümet, liderlerini tutuklayarak ve aktivistlerini kriminalize ederek Harekete karşı askere ve polise başvurdu. Baş danışmanlarını ve Parlamentodaki liderleri etkileyen büyük bir yolsuzluk skandalı ardından (2005-2006), Lula yüzünü geleneksel sağ partilere döndü ve neoliberal ekonomi ajandasını desteklemeleri için eski Başkan Sarney de dâhil, siyasetçilerle ilişkiye geçti. Lula’nın geleneksel sağla yeni koalisyonu, büyük tarım çıkarlarını teşvik etme ve MST’deki tarım reformcularının toprak işgali stratejisi karşısında onların güvenliğini sağlama ortak programına dayanıyordu. Sonuç, toprak sahipliğinde artan bir konsantrasyon (toprak sahiplerinin %1’i ekilebilir toprakların %50’sini elinde tutuyor) ve duruşma tarihi bekleyen ve cezaevine giren hareket liderlerinin ve aktivistlerin sayısındaki artış oldu.
Lula’nın mirası, tüm ortodoks ekonomi uzmanları için, esasen “yatırımcılar için ekonomik olarak güçlü ve istikrarlı bir pazar”. Brezilya, önümüzdeki Olimpiyatlar için tesisle mükâfatlandırıldı. Ancak yoksulluk ve uyuşturucu trafiği ile silahlı organize çetelerin ciddi artışı düşünüldüğünde, Lula’nın seyircileri korumak için 50.000’e yakın asker öngörmesi, yükselen bir dünya gücü olma rüyasının iç yüzünü ortaya çıkarıyor.
Lula’nın siyasi mirası
Lula’nın siyasi mirası, görevdeki iki dönemden sonra geri çekilmesi gereken bu yılki başkanlık seçimlerinde sergileniyor. Geçmişin tersine, artık çeşitli küçük grupların Lula’nın İşçi Partisi (PT) ve Jose Serra’nın Brezilya Sosyal Demokrasi Partisi (PSDB) etrafında birleştiği değiştirilmiş bir iki partili sistem söz konusu. Bunların hiçbirinin adıyla ilgisi yok: PT aday toplantısındaki delegelerin %80’den fazlası profesyonellerden, avukatlardan, memurlardan ve iş adamlarından oluşuyor ve çok azı da sendika bürokratı ve seçilmiş “hareket” görevlisi. Ekonominin cevherlerini özelleştiren Cardoso’nun partisinde “sosyalist” hiçbir şey yok. İki partinin rekabeti, Sao Paolo’nun tarım ve maden, bankacılık ve endüstri elitlerini kimin daha iyi temsil ettiği ve dolayısıyla bunların mali desteğini kimin alacağı üzerine. Lula, onlar için yaptığı hizmetler karşılığında ekonomik elitin katkılarıyla on milyonlarca doları güvenceye alma konusunda son derece başarılı. Aslında gerçekten zengin olanların çoğu her iki partiye de katkı sağlıyor. Lula’nın mirası, serbest piyasa, serbest ticaret ve devlet destekli büyük işletmelerin, ekonomi politikalarının dayanağı olarak merkezileşmesi üzerine bir konsensüse öncülük eden Brezilyalı yumuşamış bir eski radikal politikacı olması. Lula, bunun da ötesinde, sosyal politikanın odağına sosyal yapısal değişimler yerine yoksulluk yardımlarını yerleştirdi.
Brezilya: 2010 Başkanlık Seçimleri
Önümüzdeki Brezilya başkanlık seçimlerinin (3 Ekim) en iyi analizi, borsanın, kredi kuruluşlarının ve yatırımcıların yanıtında bulunabilir: ufukta hiçbir büyük değişim olmaması öngörüleri, ortodoks mali politikalara süren destekleri, özel ulusal ve yabancı yatırıma daha fazla devlet teşviki ve en önemlisi de sosyal istikrar. Lula’nın rakipsiz otoriteryen kontrolü altındaki sözde “İşçi” Partisi, eski ‘genelkurmay başkanı’ Dilma Rousseff’i aday gösterdi. Muhalif sağ kanat PSDB, 1972’de editörlüğünü yaptığım “Bağımsızlık veya Devrim” adlı bir kitaba bir makale ile katkıda bulunan eski bir solcu olan Sao Paolo Eyalet Valisi Jose Serra’yı aday gösterdi. Politik ironilerden biri, son yirmi yılda eski Marksistlerin, sendika liderlerinin ve hatta gerilla aktivistlerinin, sosyalist enternasyonalizmi bir yana atıp kapitalist küreselleşmeyi kucaklayarak Brezilya’yı dünya piyasalarıyla daha derin bir entegrasyona yönlendirme konusunda elebaşılık yapmış olması.
Rousseff ve Serra, aralarındaki farklılıkların mevcudiyeti ölçüsünde, dış politika, kamu-özel sektörün rolü ve kamu sektörü harcamalarının boyutu ve kapsamı gibi konular etrafında dönüp duruyorlar. Rousseff, Lula’nın ABD muhalefetine rağmen İran, Venezüella ve Bolivya dâhil tüm ülkelerle milyar dolarlık ticaret ve yatırım anlaşmalarını destekleme politikasını sürdürmeyi vaat ediyor. Washington’un ajandasına ideolojik olarak daha yakın olan Serra, Obama rejimi ile uyumlu hareket etmek için bu ekonomik bağları azaltabilir veya sınırlandırabilir. Yani İşçi Partisi, piyasa temelli bağımsız küresel genişlemeye, Serra’nın ideolojik olarak etki altındaki daha dogmatik dış ekonomi politikasından daha uygun bir parti. Washington’daki yetkililer bana, her iki aday da Washington ile dostça ilişkiler beyan ettiğinden, Obama rejiminin kamuoyunda ‘tarafsız’ bir duruş sergileyeceği bilgisini verdiler. Bana gayrı resmi olarak (kayıt dışı), İran’a karşı politikasında Washington’dan yana saf tutması ve Başkan Chavez’i daha açıktan eleştirmesi muhtemel olduğu için, Obama Yönetiminin Serra’yı tercih ettiği söylendi. Ancak Sao Paolo iş dünyasının her iki ülkedeki (İran ve Venezüella) çıkarlarının büyüklüğü ele alındığında, Serra’nın (seçilirse) ABD ordusunun sürüklediği imparatorluğu memnun etmek için Brezilyalı yatırımcıların elini zayıflatmakta nereye kadar gidebileceğini bekleyip görmek gerek. Rousseff’in, milyar dolarlık off-shore petrol ve gaz işletmelerini yönetmek için büyük ölçekli kamu-özel sektör ortak girişimlerini desteklemesi olası; Serra ise daha çok, özellikle özel-yabancı sermaye sahiplerini ve işletmelerini teşvik edecek gibi görünüyor. Rousseff’in seçim kampanyası, karlı devlet ihaleleri ile sübvansiyon ve krediler alan tarım-maden şirketlerinden oluşan uzun bir listeden büyük mali yardımlar alacak. Serra çok uluslu bankalardan, sağcı toprak sahipleri derneğinden ve Sao Paolo sanayi elitinin liderlerinden mali kaynak sağlayacak. Ya yakın zamandaki olumlu ücret sözleşmeleri ya da PT “daha az kötü” göründüğü için, sendika konfederasyonları ve sosyal hareketler Rousseff’i destekleyecekler. Ticaret Odası ve bazı önde gelen iş dernekleri ile orta sınıf “kent grupları”, özellikle de Sao Paolo bölgesinde Serra’yı destekleyecek. Yüzeyde, adaylar arasındaki bu siyasi ve sosyal farklar “sol-sağ kutuplaşması” fikrine kredibilite kazandırıyor görünürken, gerçekte Rousseff’i destekleyen koalisyondaki siyasi partilerin makyajı yakından incelendiğinde farklılıklar ortadan kalkıyor. Beş büyük partiden dördü, siyasi yelpazenin muhafazakâr ucunda yer alıyor: Brezilya Demokratik Hareket Partisi (PMDB), Brezilya Cumhuriyetçi Partisi (PRB), Demokrat İşçi Partisi (PDT) ve Cumhuriyetçi Parti (RP). Rousseff’in seçilmesi için bu dört sağ kanat koalisyon ortağının bakanlıkların çoğunu, Kongre’de liderlik konumunu elde etmesi ve Rousseff rejiminin ortodoks neoliberal mali politikaların sınırlarını ihlal etmeyeceğinin güvencesi gerekiyor. Soldan geriye kalansa, büyük oranda kamu sektöründe örgütlü sendikalarla (öğretmenler, sağlık çalışanları) mikro partilerin parçalı bir çeşitliliği ve sosyal hareketler içindeki bir miktar etki. Çeşitli gruplar birleşebilirse, kayda değer bir oy alabilirler ancak sekter ve oportünist pratikler nedeniyle bu mümkün görünmüyor. Lula kabinesinin eski bir üyesi olan Ciro Gomes, Sosyalist Parti’nin muhtemel adayı. Ancak bu daha çok, Rousseff’in seçilmesi durumunda kabinede bir koltuk karşılığında ikinci turda seçim desteği pazarlığı yapmanın bir bahanesi. Lula’nın eski çevre bakanı olan Marina Silva, sağ kanatla ittifak halindeki Yeşiller Partisi’nin adayı. PSDB, PMDB ve uygunsa PT: Silva, seçmenlerini bunların hangisi kendisine koltuk verirse ona yönlendirecek. Diğer iki açıkça “Marksist” parti olan Birleşik Sosyalist İşçi Partisi (PSTU) ve Sosyalizm ve Özgürlük Partisi (PSOL), ortak aday çıkarmaya karar verdiler ancak kabul edilebilir koalisyon ortakları konusundaki ayrılıklarını henüz çözemediler: PSOL Yeşiller Partisi’ne bakıyor, PSTU ittifakı bitirmekle tehdit ediyor.
Sonuç
Brezilya siyaseti son on yılda sağa doğru uzun bir yol kat etti: PT artık açık şekilde, mali politikaları IMF reçetelerinin aynadaki yansıması olan bir iş dünyası partisi. Bir zamanların militan sendika konfederasyonu CUT, artık Çalışma Bakanlığı’nın bir eklentisinden hallice. Ekonomik sübvansiyonlarla ödüllendiriliyor ancak işçileri sokaklara dökmeyi başaramıyor. Hatta örgütsel bağımsızlığını halen koruyan kitlesel topraksız kır işçileri hareketi (MST) PT’nin sağa dönüşü nedeniyle zayıflamış ve izole olmuş durumda. Diğer taraftan, tarım-maden elitleri güçleniyor, yatırım bankacıları ve denizaşırı çok uluslu şirketler Brezilya’ya, dünyanın “en güvenli yükselen güçlerinden” birine, yılda 30 milyar dolardan çok akıtıyorlar. Fidel Castro ve Hugo Chavez gibi solcu liderler, Lula Obama ile ortak eğitim ve askeri tatbikatlar için savunma anlaşmaları imzalamasına rağmen Brezilya’nın “ilerici” dış politikasını övüyorlar. Şüphesiz Lula Brezilya için daha büyük bir uluslararası kabul sağladı ve görevini bir Başkan için tarihteki en yüksek popülarite oranlarıyla bırakacak. Yine de Barselona’da yaşamayla karşılaştırılabilecek bir maliyetle, Brezilya ücretli çalışanlarının %30’dan fazlası halen aylık 200 dolarlık bir asgari ücret alıyorlar; Sao Paolo’daki devlet okulu öğretmenleri ayda 436-505 dolar alıyor. İki Brezilya olduğunu görmek için, Sao Paolo, Rio ve diğer büyük şehirleri kuşatan varoşları dolaşmak yeterli: Bir tarafta medya tarafından şişirilen BRIC ülkesi Brezilya, bankerlerin “yükselen dünya gücü”, serbest seçim ve serbest piyasa Brezilya’sı var. Diğer tarafta ise kırk milyon yoksul gecekondu sakininin, yirmi milyon topraksız tarım işçisinin, yerinden edilmiş on binlerce Amazon yerlisinin, borç batağında yaşayan binlerce “ücretsiz kölenin”, onurlu bir ücret için günde 13 saate varan iki, üç veya daha fazla vardiyada çalışan milyonlarca devlet okulu öğretmeninin Brezilya’sı. Lula’nın başkanlığı Brezilya’nın uluslararası statüsünü yükseltmiş ve ona ‘küresel devlet adamı’ statüsü kazandırmış olabilir, ancak birçok işçi, köylü ve Afro-Brezilyalı halen Üçüncü Dünya koşullarının altında çalışıyor ve yaşıyor
Brezilya Seçimlerinde Dilma Rousseff önde..