latin amerikan haber yorum

Archive for 11 Eyl 2010

Bir Başka 11 Eylül: Şili Yazı Dizisi 1

Posted by lahy 11/09/2010

”Size son kez hitap ediyorum. Uçaklar Magallanes radyosunun vericilerini bombaladı. Bu tarihsel geçiş anında, halkıma sadakatimi hayatımla ödeyeceğim. Ama yüz binlerce Şililinin bilincine düşen tohum ergeç yeşerecek. Onların silahları ve güçleri var. Ama toplumsal ilerleyişi şiddet ve cinayetle durduramazlar. Bu ülkenin geleceğini kuracak gençlere sesleniyorum: Şili’de faşizmin geçmişi uzun. Tüm terörist suikastlar, havaya uçurulan köprüler, yıkılan demiryolları, patlatılan petrol kuyuları onların eseriydi. Hepsi satın alınmıştı. Tarih önünde yargılanacaklar. Az sonra sesimi artık duymayacaksınız. Ama hep sizinle olacağım. Beni vatana sadık bir onurlu insan olarak hatırlayın. Halkım kendini savunmalı, ama feda etmemeli. Vatanın emekçileri, ben Şili’ye ve geleceğine inanıyorum. Başka adamlar, başka insanlar ihanetin bastırdığı bu acı karanlığı aydınlatacaklar. Er geç özgür insanın geçeceği kapıları açacak ve daha adil bir toplum kuracaklar. Yaşasın Şili! Yaşasın halk! Yaşasın emekçiler! Bunlar benim son sözlerim ve fedakârlığım boşuna değil, satılmışlığa, korkaklığa ve ihanete bir ahlak dersi olacağına eminim.”

Ölmeden hemen önce başkanlık sarayının henüz bombalanmamış olan radyo istasyoununda bunları söyledi Allende. Elinde Kübanın efsanevi lideri Castro’nun hediye verdiği AK-47 silahı kafasında korumasının verdiği çelik miğferle karşıladı ölümü Allende. Allende ve yanındaki birkaç yoldaşı 5 saat çatıştı. Binlerce asker, komando, özel polisi timi, cepheden başkanlık sarayına top atışında bulunan tank, kısa mesafede atış yapan helikopter ve yüksekten bombardımana başlayan savaş uçaklarına karşı savaşıyordu.

Öleceğini biliyordu, ama ‘faşizme geçit yok’ şiarı, 65 yaşında olmasına rahmen 18 yaşındaki bir militan gibi çatışıyordu Allende. Faşist cunta 11 Eylül sabah saat 8’de başkanlık sarayını aramış ve Allende’ye ‘Darbe hazır ve hemen işleme konulacak. Sizi, ailenizi, dostlarınızı istediğini ülkeye götürecek uçak sizi bekliyor. Teslim olun.’ çağrısı yaptı. Allende’nin cevabı ‘Sizi hainler. Siz onurlu insanların ne olduğunu bilmekten bile acizsiniz.’ olmuştu.

En son savaş uçağında atılan bomba ile başkanlık sarayı bir alev top gibi yandı. Artık ne kuşun sesi ne de ‘teslim olmayacağız’ sesi geliyordu. Faşist cunta ilk hedefi düşürmüş şimdi Allende’yi seçen yoksul halka, sosyalistlere, sendikacılara, müzisyenlere, şairlere, yazarlara ve daha bir çok kişiye sıra gelecekti.

Sosyalist partisi adayı olarak girdiği 1964 başkanlık seçimlerini kaybeden Salvador Allende 1970 yıllında Komünist partisi, Sosyalist Parti, Radikal Parti ve birkaç diğer sol parti ile birlikte Birleşik Halkçı Parti adayı olarak seçimlere katıldı.

1964 seçimlerinde sağcı muhallefeti destekleyen ABD hem parasal hemde istihbarat desteği sundu. 1970 seçimlerinde sağcı muhalefetin kazanacağında emin olan ABD seçimleri fazla önemsemedi.

Neden ABD Şili’deki seçimleri bu kadar önemsediğini bir sonraki yazımızda bırakarak sadece şu kısa bilgiyi vermekle yetineceğiz; 1970 yıllında ABD’nin yaklaşık 100 büyük şirketi Şilide petrol, maden, tarım, araba, telekomünikasyon başta olmak üzere bir çok alana 1 milyar doların üzerinde yatırım yapmışlardı. Sadece telekomünikasyon alanına ITT şirketi 200 milyon dolar yatırım yapmıştı. Allende seçim vaadlerinden bir tanesi kamulaştırmaydı.
Senatodaki çoğunluğa sahip olmamasına rahmen Salvador Allende ilk bir yıl içerisinde özellikle ekonomik alanda yapıtığı başarılı çalışmalarıyla yoksul halkın, işçilerin, sendikacılarin, öğrencilerin ve kadınların desteği giderek büyüyordu. Enflasyon ilk yıl içerisinde %22 düşmüş, işsizlik %8.3’den %3.8’e inmiş, sanayii üretiminde %14 artma olmuş, ve yoksul halka daha ucuz gıda sağlanmıştı. Küçük çaplı işletemeler ucuz kredi sağlanmış, asgari ücret çok büyük oranda artmış, gecekondu mahallelerine hizmet ve daha sağlıklı yeni konutlar yapılmaya başlanmıştı.

Bir çok Latin Amerika ülkesindeki gibi işlenebilir toprağın büyük çoğunluğu (%60) bir avuç ailenin (oligarşi) kontrolü altındaydı. Allende toprak reformu yaparak, toprakların asıl sahibi Mapuche yerli halkına toprak vererek tarım mamüllerinde hızlı bir artış olmasını sağlamıştı.

Allende seçim vaadi olarak verdiği özel sektörün kamulaştırmasını hemen başlatmış ve ABD tekelleri olan Anaconda, Kennetcott ve ITT ile görüşmelere başlamıştı. Birleşmiş Milletlerde yapığı bir konuşmasında, kamulaştırmanın ulusal ekonomide ki önemi için ‘ABD tekelleri olan Anaconda ve Kennecott madenlerimizi özellikle bakırlarımızda 4 milyar dolar kar elde ettiler. Buna karşın Şiliye yaptıklarım yatırım son 40 yıl içerisinde 30 milyon dolar.’dedi.

Allende verdiği sözü tutarak 1971 yıllında bakır madenlerini son 40 yıldır işleten ABD tekellerinde alarak kamulaştırdı. Senatoda ki kamulaştırma oylamasında sağcı muhalefet de dahil çok büyük çoğunluk evet oyu kullandı. Tabi ki bu sağcı muhalefetin kamulaştırmadan çok altan gelen tepkiden korktukları için verdikleri bir oy idi.

10 yıl gibi bir süre önce Küba örneğini gören ABD, ikinci Kübaya asla tahamülü olamazdı. ABD başkanı Nixon ‘Şili ekonomisini öyle bir sıkın ki çığlık atana kadar bırakmayın’ emrini kurmaylarına göndermişti. 1967’de Şiliye $234 milyon kredi verilmiş ve diğer yıllar bu krediler devam etmişti. 1971 yıllında Allende hükümetine verilen kredi sıfır dolardı. Yine daha önce farklı banka ve uluslararası kredi ajanlarından verilen krediler tamamen durmuştu 1972 yılında.

Allende halk içerinde çok geniş bir desteğe sahip olmuştu. Hatta ekonomik kalkınmadan yarayan orta sınıfın belli bir kısmıda Allende’yi desteklemeye başlamıştı. 1971 yıllında yapılan belediye seçimlerinde Allende’nin partisi oyların %50’den fazlasını alarak halk içinde ne kadar popüler olduğunu hem ABD’ye hemde sağcı muhaliflere kanıtlamışdı.

Allende’nin seçimlerde çok büyük oranda oy alması hem sağcı muhalefeti hemde ABD’yi kaygılandırmıştı. 1970 yılındaki başkanlık seçimlerinde %36 oy alan Allende, 1971 yıllındaki belediye seçimlerinde oyunu %50’nin üzerine çıkartmıştı.

Yazımızı bitirmeden önce; Allende’nin başkan oluşundan darbe ile yıkılışına kadar ki dönemi içeren yazı dizimizin ilk bu. Bunun dışında üç yazımız daha çıkacaktır. Bir sonraki yazı Birlesik Halkçı Parti ve diğer sol güçlerin darbe öncesi ve sonrası sürecini analiz edecek bir yazı olacak.

Bu yazıyı Attila İlhan’ın Allende için yazdıği şiirle kapatalım.

Allende Allende

ölüm birden boşalmasıdır insanın kendisinden
gizli titreşimler uçar belki boşlukta sesinden

güneş vurunca parıldar görünmez ayak izleri ki
beyhude korularda eski bir yaz gezmesinden

solgun bir gülümseme hani ay büyürken görünür
aynalarda bırakılmış nice yüz birikintisinden

artık hiç olmasa da sonbahar penceresinde o
camların buğulanması her akşam nefesinden

kimsesiz bahçelerde besbelli yalnız dolaştığı
rüzgârsız akşamüstleri yaprakların ürpermesinden

duyulur ardında bıraktığı hayallerin gürültüsü
sinsi bir deprem gibi camları titretmesinden

masasına gelip gittiği açıkça anlaşılır
daktilosu çalışmasa da şeridinin eskimesinden

durduğu yerde patlaması mürekkep hokkalarının
ömrünce biriktirdiği sosyalist öfkesinden

ne kadar yok etse ölüm vuruşu göklerde yankılanan
kocaman bir yürek kalır şili’nin allende’sinden

Posted in Genel Haberler, Makaleler, Şili | 3 Comments »

Fidel Castro: ”söylediklerim yanlış yorumlandı”

Posted by lahy 11/09/2010

Amerikalı gazeteci/yazar Jaffrey Goldberg’e yaptığı görüşmesi tartışmalara neden olan Fidel Castro Havana üniversite’sinde bir konuşma yaparak söylediklerinin yanlış yorumlandığını belirtip açıklamalarda bulundu.

Fidel Castro, Arap dünyasında ki dostlardan gelen mesajlarda ‘siyonizmin dünyadaki en büyük savunucusu ‘ olarak adlandırıldığını bildirip  Holocaust’u herzaman kınadığını belirtti. Castro yüzyıllar boyunca müslümanların da baskı ve zülme uğradığını söyledi.

Fidel Castro sözlerinin yanlış yorumlandığı söylerken Jeffrey Goldberg’i suçlamaktan kaçındı: Goldberg’in büyük bir gazeteci olduğunu, kelimeleri söylediği gibi aktardığını ancak yanlış yorumladığını vurguladı. Goldberg’le konuşması saatlerce süren Fidel Castro’nun açıklamalarını, Arap dünyasından gelen tepkilerin yanı sıra, Küba ve Venezüella gibi mevzilerde kendisini halen devrimin bir umutu olarak görenlerden gelen tepkiler üstüne yapmış olmasına şaşırmamak gerekir. 26 Eylül de ki seçimlere hazırlanan Venezüela’da Castro’nun sözleri geniş bir yankı uyandırdı; her fırsatta, Chavez’in Venezüella’yı Küba benzeri bir ülke yapmaya çalıştığını söyleyen muhalefet Castro’nun açıklamalarını alay konusu haline getirdi.

Fidel Castro, Küba modeli hakkında söylediklerine de aşağıdaki açıklamayı getirdi.

”Konuşmanın başka bir anında  Goldberg: “Küba modelini halen ihraç etmeye değer bir şey olarak görüyormusunuz” diye sordu. Açıktır ki, bu soru, zımnen  Küba’nın devrim ihraç ettiği  teorisini ile ilgiliydi. ” Küba modeli artık bizim işimize bile yaramıyor” diye cevap verdim. Herhangi bir pişmanlık yada kırgınlık hissetmeden bunları söyledim.  Onun söylediklerimi kelimesi kelimesine yorumlamadığını görmek beni eğlendirdi. Ona eşlik eden CFR (ABD Dişişleri) analisti Julia Sweig,   dile getirdiği teoriyi formüle etti ancak benim söylediklerim tam olarak anlamı iki kuzey amerikalı gazetecinin küba modeli hakkında söylediklerinin tam tersi idi.”

” Benim fikrim, bütün dünyanın bildiği gibi kapitalist sistem ne ABD’ye hizmet ediyor ne de dünya ya, her defasında giderek daha da ağırlaşan, kimsenin kaçamayacağı  küresel ve kronik  krizlerin birinden  diğerine savruluyor.  Kapitalizm, Küba gibi sosyalist bir ülkeye nasıl hizmet edebilir. ”

Fidel Castro söylediklerinin yanlış yorumlandığını söylüyor. Ancak, son olarak Agustos ayı içinde açıklanan özel mülkiyet ve pazar mekanizmasını esas alan reformları hatırlarsak, Fidel Castro’nun nasıl olupta halen Küba’nın ekonomik modeline inandığını  anlamak bir hayli zordur..

Gerek J.Goldberg gerekse Julia Sweig Küba modelinden ekonomik model anlamını çıkarır ve bunu, özellikle vurgularken, Castro’nun ‘faydasız’ olarak nitelediği ise Küba modeli’nin diğer ülkelere ihracıdır.  Ancak, Venezüella’yı bir örnek olarak alırsak, Latin Amerika’da ki devrimci gelişmelerin Küba’nın bir işine yaramadığını söylemek mümkün değildir.

Merak uyandıran diğer bir konuda Castro’nun büyük bir gazeteci olarak nitelediği ancak Castro görüşmesine kadar tanınmayan bir isim olan Jeffrey Goldberg ile ilgilidr. Goldberg, Irak’ın işgalinin en ateşli savunucularından biri idi ve hiç bir zaman yaptığı Irak rejiminin AL=Kaide ile ilişkisi olduğu ve nükleer silahlara sahip olduğu gibi iddialar için özür dilemedi. Goldberg’e göre, İslami terörün tek bir nedeni var, o da islamcıların ‘Cihat istedği.”.

Jeffrey Goldberg’in yapacağı açıklamayı bekleyelim.

Erol Yeşilyurt

Palabras textuales de Fidel aclarando en contexto todo lo que dijo al periodista Jeffrey Goldberg

Küba’da kapitalizmin yeniden inşası

Goldberg yorumunda ısrarlı (12.09.10)

Posted in Küba, Makaleler | Leave a Comment »

Dilma Brezilya’da eşitsizliği azaltacağı sözünü verdi

Posted by lahy 11/09/2010

Brezilya:(Prensa Latina) İşçi Partisi’nin başkanlık adayı Dilma Roussef, seçildiği takdirde ülkenin kuzey bölgesinde eşitsizlikleri azaltmak için gerekenleri yapacağını belirtti.

Brezilya Coğrafya ve İstatistik Enstitüsü tarafından yapılan Ulusal Ev İşleri Örnek Anketi’nin sonuçlarını yorumlayan Roussef, durumun değişmediği Kuzey bölgelerinde büyük bir etki yaratılması gerektiğini sözlerine ekledi.
Ülkedeki aile gelirinin dağılımını inceleyerek eşitsizlik seviyesini ölçen Gini katsayısı Kuzey Brezilya’da 2008 yılında 0,479 iken 2009 yılında 0,490 oldu, yani ülkenin geri kalanından farklı olarak bu bölgede eşitsizlikler arttı.

Roussef, Devlet Başkanı Luis Ignacio Lula da Silva’nın (2003-2006 ve 2007-2010) İşçi Partisi yöneticileriyle birlikte Kuzey ve Kuzeydoğu bölgelerinde çok çalıştığını ama adı geçen ikinci bölgenin bu çalışmalara daha iyi yanıt verdiğini dile getirdi.

Çalışmanın bu topraklarda yeni politikalar üretilmesine yardım edeceğini ekledi.

Roussef, ülkenin geri kalanındaki azalan eşitsizliğin, ekonomik krizi atlatmak konusunda ülkenin başarılı olduğunu gösterdiğini işaret etti.

Posted in Brezilya, Genel Haberler, Seçimler | Leave a Comment »

Lula’nın Mirası: İki Brezilya – James Petras

Posted by lahy 11/09/2010

Brezilya bir paradokslar ülkesi: Başkan Lula serbest ticarete kucak açıyor, Washington’la askeri anlaşmalar imzalıyor, Davos’taki milyarderler kulübü tarafından 2010 “Yılın Devlet Adamı” seçiliyor ve Wall Street’ten Londra’ya dek bankacıları zengin ediyor; buna rağmen birçok batılı ve birkaç Brezilyalı yazar, Fidel Castro ve başka entelektüeller ve akademisyenler onu “pragmatik solcu” veya “ileri görüşlü” ilan ediyor.

Başkan Lula Da Silva, Rio de Janerio’daki hükümet tarafından ihmal edilmiş derme çatma gecekondularda yaşayan 230’dan fazla insanın hayatını kaybettiği toprak kayması ile aynı gün, 4,4 milyar dolara yeni savaş uçakları satın alınacağını açıkladı. Favelalarda bir drenaj sistemi yokken, Lula ihracatçılar için yollar ve limanlar yapmaya milyarlar harcadı. Brezilya yaygın şekilde Çin, Rusya ve Hindistan’la birlikte (BRIC ülkeleri) yeni yükselen bir dünya gücü olarak kabul görüyor ancak nüfusunun yüzde kırka yakını, yoksulluk sınırında veya bir aile için aylık 200 dolar olan asgari ücretin altında yaşıyor.

Mali destekçilerinin birçoğu açısından Brezilya’nın çekiciliği 210 milyonluk nüfusuna, 100 milyonun üstündeki etkili tüketici pazarına ve tarım ve maden kaynaklarına bağlanabilir: Brezilya, dünyanın en büyük beyaz ve kırmızı et, soya, demir cevheri, pamuk ve etanol ihracatçılarından biri.

İki başka etmen daha Lula rejimini hem sağ hem de sol için gerekli kılıyor. Sağ, Brezilya borsasından, mali sektöründen ve geçtiğimiz 8 yıllık Lula iktidarı boyunca 150 milyardan fazla kar elde edip yurtdışı yatırımcılara aktarmış olan yabancıların sahip olduğu bankalardan (%50’den fazlası) memnun. ‘Sol’ ise, Lula’nın bağımsız dış politikasından coşku duyuyor: Küba’ya karşı ABD boykotuna muhalefeti ve Amerikan Devletler Örgütü’nün dışında kalması, Washington baskısına rağmen İran ile ekonomik ilişkileri sürdürmesi, Venezüella Başkanı Chavez’i kınamayı reddetmesi ve Çin’in 2010’dan beri başta gelen ticaret ortağı olarak ABD yerine Brezilya’yı tercih etmesi. Dahası, Lula savunucularının ve onu mazur göstermeye çalışanların çoğu, muhtaç durumdaki 10 milyon aileyi desteklemek için aylık 40 dolar sağlayan ve yoksulluğu azaltan “yoksulluk programını” örnek gösteriyorlar. Lula solu, rejimin yoksulluk desteği alanlar için uygun ücretlerle anlamlı bir istihdam yaratmadaki başarısızlığını ve 20 milyon topraksız tarım işçisi için bir tarım reformu yapma vaadini yerine getirmemesini unutuyor. Lula destekçileri, rejimin Brezilyalı tarım ve maden ihracatçıları için piyasaları çeşitlendirme politikasını ve yoksullara milyarlarca dolarlık seçim patronaj desteklerini Lula’nın “ilericiliğine” örnek olarak gösteriyorlar.

Lula’nın ilerici imajına iki öğe daha ekleniyor: işçi sınıfı ve sendika kökeni ile süren yüksek popülaritesi (son anketlere göre %60). İşçi sınıfı geçmişi 20 yıldan daha eskiye dayanıyor: Lula 25 yıldan bu yana bir fabrikada çalışmadı. 1980’lerin ortalarından beri partisinin orta sınıf bir siyasi görevlisi durumunda. Ayrıca Lula’nın işçi sınıfı kökeninin, büyük iş dünyası stratejistleri ve neoliberal merkez bankaları ile ekonomi bakanlarına bağlı olan şu anki siyasi ve sosyal adanmışlığı ve görevleri ile hiçbir ilgisi yok. Anlaşılması gereken şey, Lula’nın muhafazakâr popülizm siyasetinde bir efendi olduğu gerçeği: Lula, Güney Amerika’daki en büyük eşitsizliklere sahip bir sosyal hiyerarşiyi sürdürmesine rağmen yüz yüze temasları ve “halk adamı” olarak medya imajı sayesinde yoksullarla duygusal bağ kurmayı iyi beceriyor. ABD veya AB’deki hiçbir muhafazakâr neoliberal lider, popülizm ile neoliberal ortodoksiyi aynı başarıyla bir araya getiremezdi.

Bir “Yükselen Dünya Gücü” olarak Brezilya Miti ve Gerçekliği

Süregiden yaygın yoksulluk ve toprak ve refah konusundaki sosyal adaletsizlik düşünüldüğünde, hiçbir ferasetli gözlemci Brezilya’nın yükselen bir dünya gücü olarak yeni statüsünün Lula’nın sosyal politikalarından kaynaklandığını iddia edemez. Brezilya’yı dünya sahnesine çıkaran tüm sebepler ekonomik performansına dayanıyor. Ampirik gerçekliklerin kısa ancak yakından bir incelemesi, Brezilya’nın performansı ve Lula’nın bir dünya gücü statüsüne erişme iddiaları konusunda çok derin şüpheler ortaya çıkaracaktır. 2003-2009 arasında Brezilya gayri safi yurtiçi hâsılası %3,4 gibi düşük bir oranla ve kişi başına sadece %2 büyüdü (Latin Amerika ortalamasının en az %1 altında). Brezilya’nın performansını diğer BRIC ülkeleriyle, özellikle Çin ve Hindistan’la kıyaslarsak, Brezilya GSYİH’si bunların büyüme oranından %40 daha az artış gösterdi. Ayrıca, yeni yükselen diğer güçlerin büyümesinin büyük kısmı, çeşitlendirilmiş endüstriyel ihracata (Çin) ve yüksek teknoloji bilgi hizmetlerine (Hindistan) dayanırken, Brezilya halen tarım ve maden ihracatındaki dinamik genişlemeye bağımlı.

Lula’nın sekiz yıllık görev süresi, fiyatlar ve tarım ve maden ürünlerine olan talebe bağlı olarak büyüme ve durgunlukla karakterize oluyor. Emtia artışı yılları boyunca (2004-2008), Brezilya %4,5 büyüdü; emtia fiyatlarındaki düşüş sırasında (2003-2009) Brezilya %1’in altında durgunluk yaşadı. Yani Lula’nın “serbest piyasa politikalarının” Brezilya’nın ekonomik performansı ile çok bir alakası yok. Bunun daha çok dünya piyasalarının emtia talebiyle ilgisi var. Lula’nın, Brezilya’nın emperyalist merkezlerden “bağımsızlığı” sayesinde 2008-2010 dünya krizinin etkisinden sakınacağı iddialarına rağmen, gerçekte Ekim 2008’den başlayarak Ocak 2010’a dek sürecek şekilde, Brezilya 2009’da sıfır büyüme ile resesyona girdi. 2010’daki düzelme büyük ölçüde emtia talebinde Çin’in sebep olduğu canlanma ve patlamayla ve 2010 başından bu yana fiyatı ikiye katlanan demir cevheri gibi kilit önemdeki ihracat mallarının fiyatlarındaki keskin yükselişle bağlantılı.

Brezilya’nın Lula dönemindeki ekonomik performansı yalnızca kaplumbağa hızıyla %3 büyüme sağlanan önceki ultra neoliberal Cardoso rejimi döneminde elde edilen yıkıcı sonuçlara kıyasla olumlu görünüyor. Daha da çarpıcı olansa, Cardoso ve Lula rejimleri arasındaki stratejik sosyo-ekonomik ve siyasi devamlılıklar. Cardoso, en karlı kuruluşları komik derecede düşük fiyatlara özelleştirerek kamu sektörünü mahvetmişti. En açık örnek, dünyadaki en zengin demir madenlerinden biri olan ve şu anda yıllık 3 milyar doları aşan karıyla 20 milyar dolardan daha fazla eden Vale del Doce’nin bir milyar dolardan daha ucuza satılmasıydı. Lula, piyasa fiyatının altında elde edilen bankalar, madenler, petrol ve telekomünikasyon şirketleri dâhil, Cardoso’nun en tartışmalı özelleştirmelerini korudu ve hatta genişletti.

2002’deki ilk seçim zaferinden önce bile Lula, %4’lük bir bütçe fazlasını koruma, emeklilik maaşlarını azaltıp ücretleri düşük tutarak sosyal harcamaları kısıtlayan ortodoks bir mali politika uygulama konusunda Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ortodoks bir anlaşma yapmıştı. Lula, atamalar yoluyla Çalışma Bakanlığı’na aldığı ana sendika konfederasyonu (CUT) liderleri üzerindeki etkisi nedeniyle, bu ortodoks para politikalarını uygulama konusunda Cardoso’dan daha başarılı. Yani Lula, popülist retorik ile mali tutuculuğu, sembolik işçi atamaları ile başlıca finans merkezleri ve ekonomik politika çarlarıyla uzun süreli bağları örttü.

Lula, işçi sınıfı sosyal reformlarından BOVESPA’nın (Brezilya borsası) güvenilir bir müttefiki olmaya geçişi için başlıca finans gazetelerinin tümünün coşkulu desteğini aldı. Yabancı rezervlerde 200 milyar dolardan fazla para biriktirmeye ve eğitim, sağlık ve barınma alanında 100 milyon Brezilyalıyı etkileyecek sosyal harcamaları artırmak yerine dış borcu ödemeye öncelik verme politikaları, tüm ortodoks ekonomi uzmanlarından övgü aldı. Ekonomideki istikrar işçi sınıfının ve kır yoksullarının yaşamlarındaki istikrarsızlık pahasına sağlandı. Lula döneminde işsizlik asla %10’un altına inmedi, enformel sektör %30’un üstünde kaldı, kırda yaşayan dört milyon aile topraksız kaldı, Lula’nın tarım ihracatçılarını teşvik etme politikası sonucunda Amazon yağmur ormanları yılda 2 milyon hektar kaybetti. Yerli bölgelerindeki rezervler sömürüldü, toprak işgal edildi, insanlar öldürülürken yetkililer spekülatörlerin sahip olduğu ekilmeyen toprakları işgal eden kır hareketlerini cezalandırmakla meşgul oldu. Lula’nın tarım ihracatçılarını finanse etme politikası başarılı oldu – ekilen topraklar genişledi, kazanç geometrik olarak arttı ve refah yükseldi – ama mülk sahipleri, yatırımcılar ve hissedarlar için. Ancak korkunç bir bedelle: 2 milyondan fazla kır işçisi varoşlara göçe ve marjinal işlere, Rio ve Sao Paolo favelalarını kontrol eden uyuşturucu çetelerinin ağına düşmeye zorlandı. Milyonlarca çiftçi ailesi, yüksek faizle borç almak ve yüz binlercesini iflasa sürükleyen ve Brezilya’yı besin açısından yetersiz bir ülke haline getiren sübvanse edilen gıda ihracatıyla rekabet etmek zorunda kaldı.

Lula, seçim sırasında ve hemen sonrasında, 350.000 üyeli güçlü Topraksız Köylü Hareketi’ne (MST) yılda 100.000 aileye barınma, kredi ve teknik yardım sağlayan bir tarım reformu gerçekleştirme sözü vermişti. Görevdeki sekiz yılı boyunca, Lula 40.000’den az aileyi yerleştirerek sözünü yerine getirmedi ve yeni ve kurulmuş kooperatiflere yeterli finansman sağlamayarak üçte birini iflasa sürükledi. MST, Lula’ya verdiği “kritik desteğin” karşılığında, toprak reformunu güvenceye almak için çiftlikleri işgal etme politikası sürse de siyasi inisiyatifi kaybetti. Kısa bir hoşgörü döneminin ardından, hükümet, liderlerini tutuklayarak ve aktivistlerini kriminalize ederek Harekete karşı askere ve polise başvurdu. Baş danışmanlarını ve Parlamentodaki liderleri etkileyen büyük bir yolsuzluk skandalı ardından (2005-2006), Lula yüzünü geleneksel sağ partilere döndü ve neoliberal ekonomi ajandasını desteklemeleri için eski Başkan Sarney de dâhil, siyasetçilerle ilişkiye geçti. Lula’nın geleneksel sağla yeni koalisyonu, büyük tarım çıkarlarını teşvik etme ve MST’deki tarım reformcularının toprak işgali stratejisi karşısında onların güvenliğini sağlama ortak programına dayanıyordu. Sonuç, toprak sahipliğinde artan bir konsantrasyon (toprak sahiplerinin %1’i ekilebilir toprakların %50’sini elinde tutuyor) ve duruşma tarihi bekleyen ve cezaevine giren hareket liderlerinin ve aktivistlerin sayısındaki artış oldu.

Lula’nın mirası, tüm ortodoks ekonomi uzmanları için, esasen “yatırımcılar için ekonomik olarak güçlü ve istikrarlı bir pazar”. Brezilya, önümüzdeki Olimpiyatlar için tesisle mükâfatlandırıldı. Ancak yoksulluk ve uyuşturucu trafiği ile silahlı organize çetelerin ciddi artışı düşünüldüğünde, Lula’nın seyircileri korumak için 50.000’e yakın asker öngörmesi, yükselen bir dünya gücü olma rüyasının iç yüzünü ortaya çıkarıyor.

Lula’nın siyasi mirası

Lula’nın siyasi mirası, görevdeki iki dönemden sonra geri çekilmesi gereken bu yılki başkanlık seçimlerinde sergileniyor. Geçmişin tersine, artık çeşitli küçük grupların Lula’nın İşçi Partisi (PT) ve Jose Serra’nın Brezilya Sosyal Demokrasi Partisi (PSDB) etrafında birleştiği değiştirilmiş bir iki partili sistem söz konusu. Bunların hiçbirinin adıyla ilgisi yok: PT aday toplantısındaki delegelerin %80’den fazlası profesyonellerden, avukatlardan, memurlardan ve iş adamlarından oluşuyor ve çok azı da sendika bürokratı ve seçilmiş “hareket” görevlisi. Ekonominin cevherlerini özelleştiren Cardoso’nun partisinde “sosyalist” hiçbir şey yok. İki partinin rekabeti, Sao Paolo’nun tarım ve maden, bankacılık ve endüstri elitlerini kimin daha iyi temsil ettiği ve dolayısıyla bunların mali desteğini kimin alacağı üzerine. Lula, onlar için yaptığı hizmetler karşılığında ekonomik elitin katkılarıyla on milyonlarca doları güvenceye alma konusunda son derece başarılı. Aslında gerçekten zengin olanların çoğu her iki partiye de katkı sağlıyor. Lula’nın mirası, serbest piyasa, serbest ticaret ve devlet destekli büyük işletmelerin, ekonomi politikalarının dayanağı olarak merkezileşmesi üzerine bir konsensüse öncülük eden Brezilyalı yumuşamış bir eski radikal politikacı olması. Lula, bunun da ötesinde, sosyal politikanın odağına sosyal yapısal değişimler yerine yoksulluk yardımlarını yerleştirdi.

Brezilya: 2010 Başkanlık Seçimleri

Önümüzdeki Brezilya başkanlık seçimlerinin (3 Ekim) en iyi analizi, borsanın, kredi kuruluşlarının ve yatırımcıların yanıtında bulunabilir: ufukta hiçbir büyük değişim olmaması öngörüleri, ortodoks mali politikalara süren destekleri, özel ulusal ve yabancı yatırıma daha fazla devlet teşviki ve en önemlisi de sosyal istikrar. Lula’nın rakipsiz otoriteryen kontrolü altındaki sözde “İşçi” Partisi, eski ‘genelkurmay başkanı’ Dilma Rousseff’i aday gösterdi. Muhalif sağ kanat PSDB, 1972’de editörlüğünü yaptığım “Bağımsızlık veya Devrim” adlı bir kitaba bir makale ile katkıda bulunan eski bir solcu olan Sao Paolo Eyalet Valisi Jose Serra’yı aday gösterdi. Politik ironilerden biri, son yirmi yılda eski Marksistlerin, sendika liderlerinin ve hatta gerilla aktivistlerinin, sosyalist enternasyonalizmi bir yana atıp kapitalist küreselleşmeyi kucaklayarak Brezilya’yı dünya piyasalarıyla daha derin bir entegrasyona yönlendirme konusunda elebaşılık yapmış olması.

Rousseff ve Serra, aralarındaki farklılıkların mevcudiyeti ölçüsünde, dış politika, kamu-özel sektörün rolü ve kamu sektörü harcamalarının boyutu ve kapsamı gibi konular etrafında dönüp duruyorlar. Rousseff, Lula’nın ABD muhalefetine rağmen İran, Venezüella ve Bolivya dâhil tüm ülkelerle milyar dolarlık ticaret ve yatırım anlaşmalarını destekleme politikasını sürdürmeyi vaat ediyor. Washington’un ajandasına ideolojik olarak daha yakın olan Serra, Obama rejimi ile uyumlu hareket etmek için bu ekonomik bağları azaltabilir veya sınırlandırabilir. Yani İşçi Partisi, piyasa temelli bağımsız küresel genişlemeye, Serra’nın ideolojik olarak etki altındaki daha dogmatik dış ekonomi politikasından daha uygun bir parti. Washington’daki yetkililer bana, her iki aday da Washington ile dostça ilişkiler beyan ettiğinden, Obama rejiminin kamuoyunda ‘tarafsız’ bir duruş sergileyeceği bilgisini verdiler. Bana gayrı resmi olarak (kayıt dışı), İran’a karşı politikasında Washington’dan yana saf tutması ve Başkan Chavez’i daha açıktan eleştirmesi muhtemel olduğu için, Obama Yönetiminin Serra’yı tercih ettiği söylendi. Ancak Sao Paolo iş dünyasının her iki ülkedeki (İran ve Venezüella) çıkarlarının büyüklüğü ele alındığında, Serra’nın (seçilirse) ABD ordusunun sürüklediği imparatorluğu memnun etmek için Brezilyalı yatırımcıların elini zayıflatmakta nereye kadar gidebileceğini bekleyip görmek gerek. Rousseff’in, milyar dolarlık off-shore petrol ve gaz işletmelerini yönetmek için büyük ölçekli kamu-özel sektör ortak girişimlerini desteklemesi olası; Serra ise daha çok, özellikle özel-yabancı sermaye sahiplerini ve işletmelerini teşvik edecek gibi görünüyor. Rousseff’in seçim kampanyası, karlı devlet ihaleleri ile sübvansiyon ve krediler alan tarım-maden şirketlerinden oluşan uzun bir listeden büyük mali yardımlar alacak. Serra çok uluslu bankalardan, sağcı toprak sahipleri derneğinden ve Sao Paolo sanayi elitinin liderlerinden mali kaynak sağlayacak. Ya yakın zamandaki olumlu ücret sözleşmeleri ya da PT “daha az kötü” göründüğü için, sendika konfederasyonları ve sosyal hareketler Rousseff’i destekleyecekler. Ticaret Odası ve bazı önde gelen iş dernekleri ile orta sınıf “kent grupları”, özellikle de Sao Paolo bölgesinde Serra’yı destekleyecek. Yüzeyde, adaylar arasındaki bu siyasi ve sosyal farklar “sol-sağ kutuplaşması” fikrine kredibilite kazandırıyor görünürken, gerçekte Rousseff’i destekleyen koalisyondaki siyasi partilerin makyajı yakından incelendiğinde farklılıklar ortadan kalkıyor. Beş büyük partiden dördü, siyasi yelpazenin muhafazakâr ucunda yer alıyor: Brezilya Demokratik Hareket Partisi (PMDB), Brezilya Cumhuriyetçi Partisi (PRB), Demokrat İşçi Partisi (PDT) ve Cumhuriyetçi Parti (RP). Rousseff’in seçilmesi için bu dört sağ kanat koalisyon ortağının bakanlıkların çoğunu, Kongre’de liderlik konumunu elde etmesi ve Rousseff rejiminin ortodoks neoliberal mali politikaların sınırlarını ihlal etmeyeceğinin güvencesi gerekiyor. Soldan geriye kalansa, büyük oranda kamu sektöründe örgütlü sendikalarla (öğretmenler, sağlık çalışanları) mikro partilerin parçalı bir çeşitliliği ve sosyal hareketler içindeki bir miktar etki. Çeşitli gruplar birleşebilirse, kayda değer bir oy alabilirler ancak sekter ve oportünist pratikler nedeniyle bu mümkün görünmüyor. Lula kabinesinin eski bir üyesi olan Ciro Gomes, Sosyalist Parti’nin muhtemel adayı. Ancak bu daha çok, Rousseff’in seçilmesi durumunda kabinede bir koltuk karşılığında ikinci turda seçim desteği pazarlığı yapmanın bir bahanesi. Lula’nın eski çevre bakanı olan Marina Silva, sağ kanatla ittifak halindeki Yeşiller Partisi’nin adayı. PSDB, PMDB ve uygunsa PT: Silva, seçmenlerini bunların hangisi kendisine koltuk verirse ona yönlendirecek. Diğer iki açıkça “Marksist” parti olan Birleşik Sosyalist İşçi Partisi (PSTU) ve Sosyalizm ve Özgürlük Partisi (PSOL), ortak aday çıkarmaya karar verdiler ancak kabul edilebilir koalisyon ortakları konusundaki ayrılıklarını henüz çözemediler: PSOL Yeşiller Partisi’ne bakıyor, PSTU ittifakı bitirmekle tehdit ediyor.

Sonuç

Brezilya siyaseti son on yılda sağa doğru uzun bir yol kat etti: PT artık açık şekilde,  mali politikaları IMF reçetelerinin aynadaki yansıması olan bir iş dünyası partisi. Bir zamanların militan sendika konfederasyonu CUT, artık Çalışma Bakanlığı’nın bir eklentisinden hallice. Ekonomik sübvansiyonlarla ödüllendiriliyor ancak işçileri sokaklara dökmeyi başaramıyor. Hatta örgütsel bağımsızlığını halen koruyan kitlesel topraksız kır işçileri hareketi (MST) PT’nin sağa dönüşü nedeniyle zayıflamış ve izole olmuş durumda. Diğer taraftan, tarım-maden elitleri güçleniyor, yatırım bankacıları ve denizaşırı çok uluslu şirketler Brezilya’ya, dünyanın “en güvenli yükselen güçlerinden” birine,  yılda 30 milyar dolardan çok akıtıyorlar. Fidel Castro ve Hugo Chavez gibi solcu liderler, Lula Obama ile ortak eğitim ve askeri tatbikatlar için savunma anlaşmaları imzalamasına rağmen Brezilya’nın “ilerici” dış politikasını övüyorlar. Şüphesiz Lula Brezilya için daha büyük bir uluslararası kabul sağladı ve görevini bir Başkan için tarihteki en yüksek popülarite oranlarıyla bırakacak. Yine de Barselona’da yaşamayla karşılaştırılabilecek bir maliyetle, Brezilya ücretli çalışanlarının %30’dan fazlası halen aylık 200 dolarlık bir asgari ücret alıyorlar; Sao Paolo’daki devlet okulu öğretmenleri ayda 436-505 dolar alıyor. İki Brezilya olduğunu görmek için, Sao Paolo, Rio ve diğer büyük şehirleri kuşatan varoşları dolaşmak yeterli: Bir tarafta medya tarafından şişirilen BRIC ülkesi Brezilya, bankerlerin “yükselen dünya gücü”, serbest seçim ve serbest piyasa Brezilya’sı var. Diğer tarafta ise kırk milyon yoksul gecekondu sakininin, yirmi milyon topraksız tarım işçisinin, yerinden edilmiş on binlerce Amazon yerlisinin, borç batağında yaşayan binlerce “ücretsiz kölenin”, onurlu bir ücret için günde 13 saate varan iki, üç veya daha fazla vardiyada çalışan milyonlarca devlet okulu öğretmeninin Brezilya’sı. Lula’nın başkanlığı Brezilya’nın uluslararası statüsünü yükseltmiş ve ona ‘küresel devlet adamı’ statüsü kazandırmış olabilir, ancak birçok işçi, köylü ve Afro-Brezilyalı halen Üçüncü Dünya koşullarının altında çalışıyor ve yaşıyor

Lula, Amazon’da devasa bir baraj yapımı anlaşmasını imzaladı

Brezilya Seçimlerinde Sosyalist Alternatif

İki Seçimin Anatomisi

Brezilya Seçimlerinde Dilma Rousseff önde..

Brezilya’da İşçi Aday

Posted in Brezilya, Makaleler | Leave a Comment »

Şili’de muhalif milletvekilleri Mapuche tutuklularının açlık grevine katıldı

Posted by lahy 11/09/2010

Şili’de terörizm-karşıtı yasa çerçevesinde sadece topraklarını korudukları için tutuklanan ve ardından durumu protesto etmek üzere süresiz açlık grevine başlayan 34 Mapuche yerlisine muhalif milletvekillerinden destek geldi. Hükümetin ülkeyi Pinochet dönemine geri döndürdüğünü belirten dört muhalif milletvekili, Tucapel Jimenez, Hugo Gutierrez, Sergio Aguilo ve Manuel Monsalve açlık grevine başladı.

1990 yılında Pinochet’nin devrilmesi sonrasında ülkeyi yirmi yıl boyunca yöneten Sosyal Demokrat-Hıristiyan Demokrat koalisyonunun yerini son seçimlerde sağcı muhafazakâr trilyoner işadamı Sebastian Pinera’nın kurduğu hükümetin almasıyla, önceki dönemde uygulanmaya devam eden neo-liberal politikalar ve baskı daha da arttı. Pinera hükümetinin çıkardığı terörizm-karşıtı yasa ise, ülkede her türlü muhalefeti “terörist” ilan ederek bastırmak üzere gereken yasal zemini sağlıyor.

Yerli mahkûmların durumu giderek kritikleşiyor

Süresiz açlık grevine giren yerli mahkûmlar, iki haftadan bu yana gıda almayı reddediyorlar ve her birinin 15 ila 18 kilo kaybetmiş olduğu gelen haberler arasında. Yerli muhalif aktivistlerin suçu ise kendi topraklarına ulus-ötesi şirketleri sokmamak için yollara barikat kurmak ve direnmek. Yerlilerin mücadelesine öğrenciler de destek veriyorlar ve terörizm-karşıtı yasanın iptal edilmesi için protesto gösterilerini sürdürüyorlar. Latinbilgi – S.T.

Şili: Tutuklu Mapuche çocukları açlık grevinde


Posted in Yerli Hareketleri, İnsan Hakları | Leave a Comment »