latin amerikan haber yorum

Archive for Ekim 2011

Arjantinliler Mariano için ‘Adalet nöbetinde’

Posted by lahy 30/10/2011

Buenos Aires – Demiryolu emekçilerine dayatılan sözleşmeli işçilik statüsünü protesto eyleminde dikkatleri üzerine çeken ve son olarak tartıştığı birkaç sivil tarafından kaçırılarak öldürülen 23 yaşındaki Mariano Ferreyra için ‘Adalet nöbeti’ tutuldu.

20 Ekim 2010’da, Emekçi Partisi’nin (Partido Obrero) düzenlediği, tren hattı emekçilerine dayatılan sözleşmeli işçilik statüsünü protesto eyleminin öncülerinden olan 23 yaşındaki Mariano Ferreyra, tartıştığı sivil giyimli birkaç kişi kaçırılarak, öldürülmüştü.

Arjantin polisi olayın faillerinin belli olmadığını iddia etse de, Emekçi Partisi ve tüm duyarlı Arjantin kamuoyu bu olayın failinin sendika çetesinin olduğunu belirterek, bu olayın takipçisi olacaklarını ilan etmişlerdi. Böylelikle oluşan kamuoyu baskısı nedeniyle harekete gecen savcılık, olayın faili olduğu şüphesiyle Demiryolu Sendikası Genel Sekreteri Jose Pedraza’yi ve 8 adamını sorgularının ardından tutuklayarak cezaevine yollamıştı.

Arjantin Ağır Ceza Mahkemesi dün açıkladığı kararında davanın ilk duruşmasının şubat ayında başlayacağını duyurdu. Öte yandan, Mariano’nun katledilişinin birinci yıldönümünde Emekçi Partililer ve tüm sevenleri, “Adalet için nöbetteyiz’ sloganıyla önceki gece sabaha kadar La Boca Meydanı’nda nöbet tuttular. Dün ise Ulusal Meclis önünde plaza Congreso’da binlerce Arjantinli bir araya gelerek, faillerin bir an önce yargılanmalarını ve cezalandırılmalarını istedi.

Buenos Aires’in varoşlarında dünyaya gözlerini açan Mariano Ferreyra, içine kapanık bir genç olmasına rağmen, devrimci hayatına henüz 13 yaşındayken başlamış. Mücadele içinde tanıştığı ve ‘politik anne’ diye hitap ettiği Norma Giménez, bu gün Mariano’nun arkasından gözyaşı dökerken, “Sadece militan bir yoldaşımı kaybettiğim için değil, aynı zamanda hayata sözü olan 23 yaşında bir genci yitirdiğim için ağlıyorum diyor.

O gün yaşananları anlatan arkadaşları ise, Mariano’nun eylemde en ön saflarda yer alarak, zaman zaman polisle girdiği tartışmalarla bütün dikkatleri üzerine çektiğini söylüyorlar. ANF NEWS AGENCY

Resimlerle sendika ağalarının kurbanı Mariano Ferreyra için protestolar

Arjantin: Ferreyra davasında 3.üncü tutuklama

Arjantin: Ferreyra’nın katilleri mahkemede

Arjantin: Hasta la victoria, siempre, Compañero Mariano!

Arjantin: Partido Obrero üyesi sendika bürokrasi tarafından öldürüldü;

Posted in Arjantin, Genel Haberler, İnsan Hakları | Etiketler: , , | Leave a Comment »

Arjantinli cuntacılara müebbet hapis

Posted by lahy 28/10/2011

Arjantin’de, diktatörlük döneminde insanlığa karşı işledikleri suçlar nedeniyle 12 eski deniz subayı ömür boyu hapse mahkum edildi.

Buenos Aires mahkemesinin ömür boyu hapis cezası verdiği sanıklar arasında, “sarışın ölüm meleği” olarak tanınan eski deniz subayı Alfredo Astiz de bulunuyor.

Mahkeme dört eski subaya da 18 ile 25 yıl arasında değişen hapis cezaları verdi.

Karar kurban yakınları tarafından sevinçle karşılandı.

“En azından biz onları adil bir şekilde yargıladık. Onları kendi ellerimizle yargılamamız çok farklı bir duygu. Neredeyse 30 bin kişiyi ortadan kaybettiler.”

Eski subaylar, 1976 ile 1983 arasındaki diktatörlük döneminde cunta karşıtlarının kaçırılması, eski deniz harp okulu ESMA’da işkence görmesi ve öldürülmesiyle ilgili olarak yargılanıyordu.

Bugün müze ve anıt olarak hizmet veren ESMA’da yaklaşık 5000 kişi yasa dışı olarak tutulmuş ve işkence görmüştü. Burada alıkonan cunta karşıtlarının bir bölümü “ölüm uçuşları” çerçevesinde deniz kuvvetlerine ait uçaklardan canlı canlı Rio de la Plata bölgesine atılmıştı.

Resmi rakamlara göre, Arjantin’de “Kirli Savaş” olarak bilinen 1976-1983 döneminde 9 bin kişi kaçırıldı, işkence gördü ve öldürüldü. Gerçek rakamınise 30 bine yakın olduğu tahmin ediliyor (euronews)

Posted in Arjantin, Genel Haberler, İnsan Hakları | Etiketler: | Leave a Comment »

Arjantin’in ilk kadın Devlet Başkanı Fernandez ikinci kez seçildi

Posted by lahy 24/10/2011

Arjantin’de halk yeni devlet başkanlarını belirlemek üzere dün sandık başına gitti. Altı adayın yarıştığı seçimi, resmi olmayan ilk sonuçlara göre, şimdiki Devlet Başkanı Cristina Fernandez açık ara önde tamamladı.

Görevi geçtiğimiz aylarda kaybettiği eşi Nestor Kirchner’den 2007’de devralan Fernandez, yüzde 55 civarında oy toplarken zaferini ilan ettiği konuşmasında gözyaşlarını tutamadı: “Eşim bugünkü başarının temelini atan kişiydi. O olmadan, onun kendini adadığı değerler olmadan bu sonuca ulaşmak imkansızdı.” 58 yaşındaki lider, bu neticeyle Latin Amerika ülkelerinde devlet başkanlığına ikinci kez seçilen ilk kadın olma ünvanını da elde etmiş oldu.

Fernandez’in 2011 seçimlerindeki başarısı oyların yüzde 45’ini aldığı 2007 seçimlerinden daha büyük oldu.

Bu arada, seçim yarışında ikinci sıraya yerleşen sosyalist aday Hermes Binner ise, Fernandez’in çok gerisinde kaldı. Binner’in oy oranı yaklaşık yüzde 17 olarak açıklandı.

Seçim kampanyası sırasında somut bir program formüle etmekten kaçınan Cristina Fernandez’e bu başarıyı muhalefetin yeterince güçlü bir rakip çıkartamaması ile ülke ekonomosinde yakalanan ortalama yüzde 8’lik büyüme trendinin getirdiği yorumları yapılıyor.

Posted in Arjantin, Genel Haberler, Seçimler | 1 Comment »

Şili’de öğrencilerden referandum çağrısı

Posted by lahy 09/10/2011

Öğrenci hareketinin liderlerinden Camila Vallejo

Şili’de eğitim reformu talep eden öğrenci hareketi, gayri resmi bir referandum düzenleyeceklerini açıkladı.

Dört aydır süren eylemlerde dile getirilen ücretsiz eğitim talebinin halkoyuna sunulacağı referandumun bağlayıcı bir özelliği olmasa da öğrenci hareketinin isteklerinin yaygınlaşması hedefleniyor.

BBC’ye konuşan öğrenci hareketi liderlerinden Jaime Gajardo hafta sonu düzenlenecek oylamayla hükümet üzerindeki baskıyı artırmayı hedeflediklerini belirtti.

Halk oyuna sunulacak talepler özetle ücretsiz ve kaliteli eğitim ile kar amaçlı kuruluşların eğitim alanından uzak tutulmaları olacak.

Polis müdahalesi

Bu arada dün başkent Santiago’da öğrencilerle polis arasında çatışmalar yaşandı.

Çarşamba günü hükümetle öğrenci hareketi temsilcileri arasındaki görüşmelerin uzlaşma çıkmadan sona ermesi ardından, dün sokaklara dönen öğrenciler sert polis müdahalesiyle karşılaştılar.

Polisin tazyikli su kullanarak dağıtmaya çalıştığı öğrencilerden bazı gruplar barikatlar kurarak polisle çatıştılar.

Öğrenci hareketinden yapılan açıklamada, dünkü müdahale dört ay boyunca polis tarafından sergilenen en sert tavır oldu.

“Şili Kışı”

“Arap Baharı” sloganından esinlenilerek “Şili Kışı” olarak adlandırılan ülkedeki öğrenci eylemleri Mayıs ayından beri devam ediyor.

Eğitim kalitesinin ve eğitime ayrılan bütçenin artırılmasını talep eden öğrenci eylemleri sonucunda devlet başkanı Sebastian Pinera reform sözü vermiş, eğitim bütçesinin artırılacağını vaat etmiş ve öğrenci liderleriyle görüşmeyi önermişti.

Öğrenci hareketi ise devlet başkanının söz verdiği reformların yeterli olmayacağını, 1973 ile 1990 arasında yaşanan askeri yönetim sırasında kurulmuş eğitim sistemini düzeltemeyeceğini savunuyorlar.

Şili’deki öğrenci hareketinin liderlerinden Camila Vallejo hükümetten öncelikli taleplerinin 2012 bütçesinin detaylarının, özellikle de eğitime ayrılan kaynağın açıklanması olduğunu belirtti (BBC) 

Şili: Öğrenci Hareketi üzerine resimlerle yapılan bir deneme = Shalini Adnani

 

 

Posted in Öğrenci Hareketleri, Şili | Leave a Comment »

Chavez’den Wall Street eylemcilerine dayanışma mesajı

Posted by lahy 09/10/2011

Venezüela Devlet Başkanı Hugo Chavez, ABD’de Wall Street eylemcilerine yönelik baskıları kınadı ve Cumhuriyetçi başkan adayını Küba ve Venezüela’ya yönelik eleştirilerinden dolayı “aklını kaçırmış” olarak niteledi.

Kanser hastalığıyla mücadelesine devam eden Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, geçtiğimiz ay New York’ta başlayan ve ABD’nin birçok kentinde devam eden Wall Street İşgali eylemlerine yönelik dayanışma mesajları gönderdi.

Chavez, başkanlık sarayındaki bir buluşmada gerçekleşen ve devlet televizyonunda yayınlanan konuşmasında, onlarca insanın gözaltına alındığı ve polisin biber gazıyla göstericilere müdahale ettiği eylemlere ilişkin olarak “halkın öfkesi 10 şehre yayılıyor ve baskı korkunç boyutlarda; şu anda kaç kişinin hapiste olduğunu bilmiyorum” şeklinde konuştu.

Chavez ayrıca, Küba ve Venezuela’daki sistemi “zararlı” (malign) olarak niteleyen ABD’li Cumhuriyetçi başkan adayı Mitt Romney’e şu sözlerle yanıt verdi:

“(Romney) Venezuela ve Küba’ya saldırıyor ve Hugo Chavez’in zararlı hükümetinden bahsediyor. Ayrıca, ABD’yi Tanrı’nın yarattığına ve dolayısıyla ABD’nin dünyayı yönetebileceğine dair bir kibri var. Ve bu aklını kaçırmış adam, bizdekinden kısa bir süre sonra yapılacak seçimlerle ABD’nin başkanı olabilir.”

Öte yandan, Venezuela’da 2012’nin Ekim ayında yapılacak olan başkanlık seçimine ilişkin kampanyaların başlamasından önce sağlığına kavuşmuş olacağından emin olduğunu belirten Chavez, geçtiğimiz Haziran ayında kötü huylu bir tümörü aldırmak için gittiği Küba’ya son kontroller için birkaç günlüğüne tekrar gideceğini belirterek, “vücudumda, düşündüğümüz gibi kötü huylu hücrelerin kalmadığını doğrulamak için tüm testleri yapacağız” şeklinde konuştu.

Chavez ayrıca, ABD’deki protestolara ilişkin olarak “yoksulluk artıyor, sefalet giderek daha kötü hale geliyor. Fakat imparatorluk hala yerinde duruyor ve halen bir tehdit olmaya devam ediyor … Obama birçok nedenle düşüş içerisinde. O büyük bir aldatmacaydı.” değerlendirmesinde bulundu.

(soL – Dış Haberler)

Posted in Genel Haberler, Venezuela | Leave a Comment »

Küba devrimi’nin İdeolojisi üzerine notlar | Ernesto Che Guevara

Posted by lahy 09/10/2011

(Che Guevara’nın 9 Ekim 1967’de katlinin üzerinden 44 yıl geçti.)

Devrimimiz, bazılarının, devrimci hareketin en doğru sayılan temel ilkelerinden biriyle, Lenin’in: “Devrimci teori olmadan, devrimci hareket olmaz,” sözleriyle dile getirdiği ilkeyle çelişkili bulmaya çalıştığı kendine özgü bir olaydır. Toplumsal bir gerçeğin anlatımı olan devrimci teorinin, tüm sözlerden üstün olduğunu söylemek yerinde olur; yani, tarihi gerçek doğru biçimde yorumlanır ve orada yer alan güçler uygun biçimde kullanılırsa, teori bilenmese bile devrim yapılabilir.

Tüm devrimlerde çok çeşitli eğilimleri temsil eden kitlelerin katılımı görülmüş, bunlar eylemde düşünce birliğine varmıştır. Teorinin iyi bilinmesi çabayı kolaylaştırır, tehlikeli yanlışlara düşmeyi önler, ancak bu teorinin gerçeğe uyması koşuluyla. Devrimimizin liderleri, tam anlamıyla kuramcılar olmamakla birlikte, büyük toplumsal olayları ve bunları yöneten yasaları biliyorlardı. Bugün tüm dünyada tartışılan tarih, toplum, ekonomi ve devrim görüşlerinin yabancısı değillerdi. Bazı kuramsal bilgilere ve gerçeğin iyice bilinmesine dayanarak kademeli bir gelişim süreci içinde devrim teorisini kendileri yarattılar. Gerçeği çok iyi anlamaları, halkla yakın ilişkileri, hedefi hiçbir zaman gözden kaçırmamaları ve devrimci pratiğin kazandırdığı deneyim, bu liderlerin tam bir kuramsal görüş oluşturmalarında yardımcı oldu.

Bu söylediklerim, Küba Devrimi gibi tüm dünyayı meraklandıran bir olayın açıklanmasına giriş sayılmalıdır. Nasıl ve niçin, teknik ve donanım bakımından kendisinden kat kat üstün bir düşman tarafından darmadağınık edilen bir grup insan önce sağ kalmayı, sonra güçlenmeyi, sonra savaş bölgelerinde düşmandan daha güçlü olmayı, sonra yeni savaş bölgelerine yayılmayı ve sonunda, yine kendisinden sayıca kat kat üstün düşman birliklerini düzenli savaş içinde bozguna uğratmayı başarmıştı? Çağdaş dünya tarihi için ele alınıp incelenmeye değer bir konu.

Çoğu kez, teoriden gerektiği biçimde yararlanamamış olan bizler, Küba gerçeğini, sanki onun sahipleriymişiz gibi ortaya atacak değiliz. Yalnızca, gerçeği yorumlayabilmek için zorunlu temelleri saptamakla yetineceğiz. Gerçekte, Küba Devrimi’nin kesinlikle farklı iki aşamasını birbirinden ayırdetmek gerekir; 1 Ocak 1959′ a kadar süren silahlı eylem ve o tarihten sonraki politik, ekonomik ve toplumsal dönüşümler.
Bu iki aşama da kendi içinde kısımlara ayrılır, ama biz bunları tarihi araştırmak açısından ele almayacağız. Devrimin yöneticilerinin, halkla bağlantı halinde geliştirdikleri devrimci atılımın evrimi bakış açısından, kendimizi gerekli konuma yerleştireceğiz.

Bu amaçla, bugünkü dünyada en çok tartışılan terim olan marksizm karşısındaki genel tutumumuzu belirlememiz gerekmektedir. Bize, siz marksist misiniz, evet mi, hayır mı? diye sorulsa, tutumumuz, Newton’cu olup olmadığı sorulan bir fizikçinin, ya da Pasteur’cü olup olmadığı öğrenilmek istenen bir biyologun göstereceği tutuma benzer. Artık üzerinde tartışmayı gereksiz kılan apaçık gerçekler vardır. Yeni olayların yeni görüşler getirmesinin yanı sıra, eski görüşlerin de gerçek payını koruduğu unutulmayarak, fizikte “Newton’cu”, biyolojide “Pasteur’cü” olunduğu gibi doğal biçimde “Marksist” olunmalıdır. Örneğin, Einstein’ın görelilik kuramının, Planck’ın quantum teorisinin yanında Newton’un buluşlarının durumu böyledir, yeni kuramlar, İngiliz bilginine büyüklüğünden kesinlikle hiçbir şey kaybettirmez. Newton sayesinde fizik ilerleyebilmiş, yeni uzay görüşleri geliştirilmiştir. İngiliz bilgini bu gelişmenin gerektirdiği basamaklardan biridir.

İnsan, elbetteki, düşünür olarak, toplumsal doktrinler araştırıcısı olarak, ya da içinde yaşadığı kapitalist sistemi bilen biri olarak Marx’a bazı yanlışlarını gösterebilir. Örneğin biz Latin Amerikalılar, onun Bolivar’la ilgili yorumuna, Engels ile birlikte Meksika konusunda yaptığı incelemesine katılmayabiliriz. Marx, bu yazılarında, günümüzde geçerliliğini yitiren bazı ırk ve ulus teorilerini kabul ettiğini belirtiyordu.[2] Fakat büyük adamların bulduğu parlak gerçekler, küçük yanlışlara karşın yaşar, küçük yanlışlar, insan düşüncesinin bu devlerinin eriştiği yüce dorukların tam anlamıyla bilincinde olsak bile, onların da insan olduğunu, yanılabileceklerini gösterir yalnızca. Bu nedenle, marksizmin başlıca doğrularını, halkların kültürel varlıklarının ve bilimsel bilgilerinin bir parçası sayıyor, artık tartışılmasına gerek kalmayan tüm değerler gibi doğal olarak kabul ediyoruz.

Toplumsal ve politik bilimlerdeki ilerlemeler, başka alanlarda da olduğu gibi, ilmikleri zincir oluşturan, biriken, birbirine bağlanan ve sürekli mükemmelleşen uzun bir tarihsel evriminin parçasıdır. İnsanlık tarihinin ilk çağlarında, Çin, Arap ve Hint matematik bilimleri vardı. Bugün, matematiğin sınırı yoktur. Bilim tarihinde, bir Yunanlı Pitagoras, bir İtalyan Galilei, bir İngiliz Newton, bir Alman Gauss, bir Rus Lobaçevski ve bir Einstein vs. vardır. Aynı şekilde, toplumsal ve politik bilimler alanında, Demokrit’ten başlayarak Marx’a kadar uzun bir düşünürler zinciri orijinal araştırmalarını biriktirmiş, deney ve doktrinlerini dağ gibi yığmışlardır.

Marx’ın değeri, toplumsal düşüncede birdenbire niteliksel bir değişme meydana getirmiş olmasından ileri gelir. Tarihi yorumlar, dinamiğini anlar, geleceği önceden görür, böylece bilimsel görevini yerine getirmekle de kalmayıp, ayrıca devrimci bir düşünce de ortaya atar: Dünyayı yorumlamak yetmez, değiştirmek de gereklidir. Ancak o zaman, insan kölelikten, çevresinin aleti olmaktan kurtulup kaderinin mimarı haline gelir. O gün bu gündür, Marx eski düzeni korumaktan çıkar sağlayanların boy hedefi oldu. Tıpkı köleci Atina aristokrasisinin ideologları olan Platon ve çömezleri tarafından eserleri yakılan Demokritus gibi.

Devrimci Marx’tan başlayarak, Marx ve Engels adlı devlere dayanan, Lenin, Stalin, Mao Tse-tung gibi, yeni Sovyet ve Çin yöneticileri gibi büyük kişilikler sayesinde gelişim aşamalarını aşarak, izlenecek doktrinlerin ve örneklerin tümü oluştu. Marx’ın devrimci silahı eline almak üzere bilimi terkettiği noktada Küba Devrimi ona sahip çıkar. Düşüncelerini revizyondan geçirmek, Marx’tan sonra gelenlere karşı çıkmak ya da “saf” Marx’ı yaşatmak için değil, bilim adamı Marx orada tarihin dışına çıktığı, geleceği incelediği ve önceden gördüğü için Küba Devrimi bu noktada Marx’a sahip çıkar.

Bundan sonra devrimci Marx, tarihin bir parçası olarak savaşa katılacaktır. Biz pratik devrimciler, mücadeleye girişirken bilim adamı Marx’ın önceden gördüğü yasalara uyarız. Ayaklanma yolunda, eski iktidar yapısına karşı mücadele ederken, bu yapıyı yıkmak için halktan dayanak alırken mücadelemizin temelini bu halkın refah ve mutluluğu üzerine kurarken bilim adamı Marx’ın öngörüşlerini doğrulamaktan başka birşey yapmayız. Demek istediğim, marksizmin yasaları Küba Devrimi’nin gerçeklerinde vardır -bir kez daha altını çizelim en iyisi- bu olgu, devrimin yöneticilerinin kuramsal açıdan bu yasaları bilip bilmediğinden, uygulayıp uygulamadığından bağımsızdır.

Küba devrimci harekelini daha iyi anlamak için, 1 Ocak’a kadar yaşadığı aşamaları birbirinden ayırdetmek yerinde olur: Granma çıkarması öncesi; Granma çıkarmasından, La Plala ve Arroyo del İnfierno zaferine kadar olan tarihi dönem; bu günlerden başlayarak El Uvero ve İkinci Gerilla Kolu’nun kurulmasına kadar geçen zaman aralığı; bundan sonra Üçüncü ve Dördüncü gerilla kollarının oluşmasıyla ve Sierra Crisial’in işgaliyle İkinci Cephe’nin yaratılma aşaması; başarısızlığa uğrayan Nisan Grevi; büyük saldırıya karşı direniş; Las Villas’a doğru ilerleme ve kentin işgal edilmesi.
Gerilla savaşımızın bu dönemlerinden herbiri ayrı bir toplumsal görüşün, Küba gerçeğinin ayrı bir değerlendirilişinin sınırlarını belirler. Bu aşamaların temsil ettiği bu kavram ve değerlendirmeler, devrimin askeri şeflerinin düşüncesini oluşturmuş, zamanla politik şeflere dönüşmeye koşullandırılmalarını gerçekleştirmiştir.

Granma çıkarmasından önce, bir ölçüye kadar çok özenelci denilebilecek bir kafa yapısı egemendi: Birçok kişi, hızlı bir halk patlamasına körü körüne inanıyor, kendiliğinden oluşan grevlerle birleşik bir silahlı ayaklanmayla hızla Batista iktidarının devrilebileceği düşüncesiyle heyecanlanıyordu. Onlara göre, bunlar diktatörün düşürülmesine yetecekti. Bu hareket, geleneksel partinin ve onun “paraya karşı onur” sloganının doğrudan doğruya mirasçısıydı. Başka bir deyişle, yeni Küba hükümeti yönetiminin dürüstlüğüne dayanmalıydı.
Bununla birlikte, Fidel Castro “Tarih Beni Haklı Çıkaracaktır” da, devrimin bugün hemen hemen tümüyle eriştiği hedefleri saptamıştır. Devrim, ekonomik alandaki mücadelenin şiddetlenmesi sayesinde, bu hedefleri aşmış, buna paralel olarak ulusal ve uluslararası politika planlarında kökleşme ve radikalleşmeye varmıştır.

Çıkarmanın hemen ardından, devrimci güçler yenilgiye uğradı, neredeyse tümü dağıtıldı; sonra yine birleşip gerilla birliklerini oluşturdular. Hayatta kalan ve savaşmaya kesinlikle kararlı olan birkaç kişi, tüm adada kendiliğinden patlama şemasının yanlışlığını anlamışlardı. Savaşın uzun süreceğini, köylülerin katılmasının zorunluluğunu da anlamışlardı.

İşte o sıralarda, ilk köylüler gerillacılara katıldı. İki savaş verildi, gerçi birliklerimiz sayıca fazla değildi, fakat kentlerden gelip gerilla çekirdeğini kuran kişilerin köylülere karşı güvensizliğini yoketmesi açısından psikolojik önemi büyüktü. Köylüler de merkez gerilla grubuna güveniyor, özellikle hükümetin gerilla hareketini bastırmak için barbarca öç alma eylemlerine girişmesinden çekiniyorlardı. Bu durumda iki kesin gerçek ortaya çıktı, birbirine bağlı olan bu gerçeklerin ikisi de çok önemliydi: Köylüler, ordunun canavarca gaddarlığının gerilla savaşlarına son vermeye yetmeyeceğini, hükümet askerlerinin gelip köylü evlerini yakacağını, ürünlerini ellerinden alacağını, ailelerini öldüreceğini anlamışlar, en iyi çözümün gerilla birliklerine sığınmak olduğunu, orada hayatlarının korunduğunu görmüşlerdi. Öte yandan, gerillacılarsa köylülüğü kazanmanın giderek daha da zorunlu hale geldiğini biliyorlardı. Köylü kitlelerine yürekten istedikleri birşey vermeliydik. Köylünün en çok özlemini duyduğu şeyse topraktı.

Daha sonra, Direniş Ordumuzun giderek artan oranda etki alanları zaptettiği göçebelik aşamasına geçildi. Ordumuz bu bölgelerde uzun süre kalamıyordu, ama düşman ordusu da buraları yeniden ele geçiremiyor, hatta bu yerlere giremiyordu bile. Savaşlar sürüp giderken iki ordu kampı arasında bir çeşit belirsiz sınır çizgisi oluştu.

28 Mart 1957 belirleyici bir gündür; bir kilometre taşıdır. İyice tahkimatlandırılmış, iyi silahlandırılmış, kısa zamanda takviye alabilecek biçimde deniz kenarında kurulmuş, bir uçak alanına da sahibolan El Uvero garnizonuna saldırımızın tarihidir bu. Savaşa giren güçlerin %30 oranında kırıldığı, en kanlı çarpışmalarımızdan biri olan bu savaşın Direniş Ordumuza getirdiği zafer durumumuzu tümüyle değiştirmişti. O günden sonra, Direniş güçleri serbestçe hareket edebilecekleri, haberleri düşmana sızdırmayacak bir toprak parçasına sahibolmuştu. Oradan da, hızla ve aniden ovalara inebilecek, düşman konumlarına saldırabileceklerdi.
Kısa bir süre sonra güçlerimiz iki kısma ayrıldı, böylece iki gerilla kolu oluştu. Sırf düşmanı yanıltmak, güçlerimizi olduğundan büyük göstermek gibi basitçe bir gizlenme manevrası ikinciye 4. Kol adını verdirtti. İki kol da hemen eyleme geçti. 26 Temmuz’da Estrada Palma’ya, beş gün sonra da, yaklaşık 30 km uzaklıktaki Bueycito’ya saldırdık. Bundan sonra daha büyük kuvvet gösterileri görüldü. Bir milim gerilemeden düşman baskı güçlerine göğüs gerdik. Düşman askeri birliklerinin Sierra’ya tırmanma girişimleri birçok kez başarıyla savuşturuldu, savaşan her iki yanın cepheleri arasında içinde kimsenin bulunmadığı geniş araziler oluştu. Bu arazilerde iki tarafın da savaşçıları zaman zaman ceza eylemlerinde bulunmak üzere yürüyüş yapıyorlardı. Cepheler hemen hemen sabitti.

Bu sırada, gerilla birliklerimiz, bölge köylülerinin, kentlerden gelen 26 Temmuz Hareketi üyesi bazı elemanların katılmasıyla ek güçler kazanıyor, Gerilla Ordusunun savaş yeteneği, savaşmada kararlılığı artıyordu. 1958 Şubatında, bazı saldırıları püskürttükten sonra Juan Almeida’nın 3 Nolu gerilla kolu, Santiago yakınlarındaki bölgeyi işgal etmeye gitmişti, Raul Castro’nun, birkaç ay önce ölmüş olan kahramanımız Frank Pais’in adını taşıyan 6 Nolu hareket kolu yürüyüşe geçmişti. Martın ilk günlerinde, Raul anayolu baştanbaşa aşmak gibi elde edilmesi zor bir başarıya erişip Mayare tepelerine çıktı ve Frank Pais İkinci Doğu Cephesi’ni kurdu.

Direniş güçlerimizin büyüyen başarısıyla ilgili haberler sansür engelini aşıp halka ulaşıyor, devrimci eylemler hızla doruk noktasına tırmanıyordu. Tam bu sırada, Havana’dan tüm ulusal topraklar üzerinde mücadelenin başlaması için devrimci genel grev önerisi geldi. Bundan sonrada, aynı anda tüm noktalardan saldırıya geçilerek düşman kuvvetleri yokedilecekti. Bu durumda, Direniş Ordumuzun rolü, hızlandırıcı güç ya da hareketi başlatmak için “mahmuz” görevi yapmaktı. O dönemde, güçlerimiz etkinliklerini arttırdılar, efsanevi gerillacı Camilo Cienfuegos’un kahramanlığı dillere destan oldu: Büyük savaşçı, Oriente ovalarında ilk kez olmak üzere, merkezi yönetime karşı sorumlu olarak, tam bir örgütçü zihniyetiyle dövüşüyordu.

Fakat devrimci grev uygun biçimde örgütlenememiş, işçi birliğinin önemi yeterince hesaba katılmamış, devrimci çalışmaların içinde bulunan işçilerin grev için elverişli anı seçmelerine izin verilmemişti. Radyodan grev çağrısı yapılarak, yasadışı, hızlı ve ani bir harekette bulunulmak istenmiş, saptanan gün ve saatin, halktan çok önce Batista’nın hafiyelerince öğrenildiği düşünülememişti. Grev başarısızlığa uğradı, pek çok değerli devrimci yurtsever acımasızca öldürüldü.

Devrim tarihimizin bu dönemiyle ilgili ilginç bir nokta, Amerika Birleşik Devletleri tekellerinin dedikodu satıcısı Jules Dubois’nın bile grevin başlayacağı gün ve saati önceden bildiğiydi.

O sıralarda, savaşın gidişinde en önemli niteliksel değişimlerden biri meydana geldi: Gerilla güçleri kademe kademe büyüyüp düzenli savaşlarla düşman ordusunu yenmedikçe zaferin kazanılamayacağı kesin bir gerçek olarak hepimizce kabul edilmişti.

Derhal köylülükle çok sıkı bağlar kuruldu; Direniş Ordusu ceza yasasını ve medeni yasayı kaleme aldı; adaleti geçerli kıldı, yiyecek maddeleri dağıttı, yönettiği bölgelerde vergi topladı. Komşu bölgeler de Direniş Ordusunun etkisinde kaldı. Düşman geniş çapta saldırılara hazırlandı, fakat iki aylık çarpışmanın bilançosu, tümüyle morali bozulan istilacı orduya verdirilen 1000 kayıp ve savaş kapasitemizi arttıran 600 silah oldu.

Artık düşmanın bizi yenemeyeceği kanıtlanmıştı. Bundan böyle, Sierra Maestra tepelerine ya da Frank Pais İkinci Oriente Cephesi makiliklerine sokulup buraları ele geçirebilecek güç Küba’da kesinlikle yoktu. Zorba hükümetin askeri birlikleri için Oriente yolu geçilmez olmuştu. Düşman saldırısı bozguna uğratılınca, 2 Nolu koluyla Camilo Cienfuegos ve 8 Nolu Ciro Redondo koluyla bu satırların yazarı Camagüey bölgesini aşıp Las Villas’a yerleşme, düşmanın haberleşme bağlantılarını kesme görevini üstlendik. Camilo ilerlemeyi sürdürecek, kendi yürüyüş kolunun ad aldığı kahraman Antonio Maceo’nun olağanüstü başarılı eylemini yineleyecek, doğudan batıya tüm adayı işgal edecekti.

Bu noktada, savaş yeni özellikler gösterdi: Güçler ilişkisi devrimin lehine dönüştü. Biri 80, diğeri 140 adamdan oluşan iki küçük hareket kolu, binlerce askeri savaşa sokan ordu tarafından sürekli çevrilip hırpalanarak Camagüey ovalarını aşıp Las Villas’a ulaştı. Adayı ikiye bölme eylemi başlamıştı.

Bugün, böylesine küçük iki gerilla kolunun, iletişim ve taşıt araçlarından, modern savaşın en basit silahlarından bile yoksun olarak, iyi eğitimli, süper donanımlı, kendisinden kat kat üstün silahlı birliklere karşı nasıl savaşabildiği şaşırtıcı, inanılmaz, hatta akıl almaz gelebilir. Herşeyden önemlisi bu iki grubun belirleyici nitelikleriydi: Gerilla savaşçısı ne denli rahatsız edici koşullar altında bulunuyorsa, doğal çevreye o denli iyi uyum sağlar, kendini ne denli evinde hissederse rnorali, güvenlik içinde bulunduğu duygusu o denli güçlenir. Aynı zamanda, koşullar ne olursa olsun, gerillacı hayatını ortaya koymaya, gerekirse canını vermeye gelmiştir. Genellikle, birey olarak bir gerillacının ölmesinin ya da sağ kalmasının savaşın sonucu üzerinde büyük bir etkisi yoktur.

Şimdi incelemekte olduğumuz Küba örneğinde, düşman askeri diktatörün aşağılık bir ortağıdır, Wall Street’ten başlayıp kendisine kadar uzanan uzun zincirde, bir öncekinin kalıntısı kırıntıları toplar. Ayrıcalıklarını savunmaya isteklidir, ancak, önem taşıdıkları ölçüde. Ücreti ve çıkarı, bazı acılara ve bir takım tehlikelere değer, ama hayatını vermeye hiç değmez. Eğer bu çıkarları korumak için ölmesi gerekliyse, bunlardan vazgeçmesi, yani gerilla tehlikesi karşısında geri çekilmesi daha akıl kârıdır.

Bu iki görüşten ve bu iki ahlak anlayışından 31 Aralık 1958’de patlak veren bunalımı yaratan farkları çıkarabiliriz.
Direniş Ordusunun üstünlüğü giderek apaçık ortaya çıkmıştı. Gerilla kolumuzun Las Villas’a varışı, 26 Temmuz Hareketi’nin bütün diğer gruplardan daha çok sevildiğini gösterdi. Devrimci Direktuara, Las Villas İkinci Cephesine, Sosyalist Halk Partisi ve Özgün Örgüte bağlı bazı küçük gerilla birliklerine kıyasla daha popülerdi. Bunda, lideri Fidel Castro’nun mıknatıs gibi çekici kişiliğinin rolü büyüktü, ama devrimci çizgimizin dürüstlüğü de etkenlerden biriydi.

Ayaklanma böylece bitti. Fakat Sierralarda, Oriente ve Camagüey ovalarında, Las Villas dağlarında, ovalarında ve şehirlerinde iki yıl amansız bir savaş verdikten sonra Havana’ya dönen adamlar ideolojik bakımdan, Las Coloradas kıyılarında karaya ayak basıp mücadelenin ilk günlerinde harekete geçenlerle aynı değillerdi artık. Köylülere karşı güvensizlikleri dostluğa ve köylünün niteliklerine saygıya, köy hayatı konusundaki bilgisizlikleri, köylünün ihtiyaçlarının yakından bilinmesine dönüşmüştü. İstatistik ve teorik uğraşları, yerini pratiğin beton sağlamlığına bırakmıştı.

Sierra Maestra’da uygulanmaya başlanan tarım reformunun bayrağı altında, bu adamlar emperyalizmle çarpışıyorlar. Yeni Küba’nın bu Tarım Reformunun temeli üzerinde kurulması gerektiğini biliyorlar.

Tarım reformunun topraksızlara toprak vereceğini, haksız yere toprak sahibi olanların elinden bunların geri alınacağını biliyorlar. En büyük toprak sahiplerinin hükümet çevrelerinde ve ABD yönetim kademelerinde de etkili olduklarını biliyorlar. Güçlükleri cesaretle, cüretle, herşeyden önce halkın desteğiyle yenmeyi öğrendiler. Acıların ötesinde, bizi bekleyen kurtarılmış geleceği şimdiden görüyorlar.

Hedeflerimizin bu son kavramına varmak için uzun bir yolu aşmak, uzun süre evrimleşmek gerekti. Savaş cephelerinde ardı ardına beliren değişimlere paralel olarak, gerilla örgütümüzün toplumsal bileşiminde de farklılaşma oluşmuş, şeflerin ideolojik dönüşümü gerçekleşmişti. Bu değişimlerin herbiri, bileşimde, güçte, ordumuzun devrimci olgunluk derecesinde niteliksel farklılıklara yol açtı. Köylülük dayanıklığını, acıya karşı direncini, arazi bilgisini, toprak sevgisini, tarım reformu isteğini gerilla ordumuza aşıladı. Aydının, kim olursa olsun bu teori yaratılırken çorbada tuzu oldu. İşçi, örgütçülüğüyle, içten gelen birleşme eğilimiyle, birlik kurma becerisiyle katılımda bulundu. Tüm bunların üzerinde, “mahmuz”dan daha fazla bir anlam taşıdığını artık kanıtlamış olan Direniş Güçlerimiz yeralıyordu. Verdiğimiz ders kitleleri öylesine tutuşturmuş ve ayaklandırmıştı ki cellattan bile korkuları kalmamıştı. Bu karşılıklı etkileşim kavramı hiç o günlerdeki kadar kafalarımızda netleşmemişti. Bu karşılıklı etkileşimin nasıl olgunlaştığını hissedebilmiştik, silahlı ayaklanmanın etkisini, bir insanın kendisini savunacak başka insanlara, elinde bir silaha ve gözlerinde zafere erişme kararlılığına sahibolduğunda kazanacağı gücü gösteriyorduk. Köylülerse Sierra’da kurulacak tuzakları, orada yaşamak ve yenmek için, halkın kaderini ileriye götürmek için gereken gücü, gözüpekliğin, dayanıklılığın ve fedakarlığın dozunu gösteriyorlardı.
İşte böylece kırların terine batarak, dağların ve bulutların ufku önünde, adamızın kızgın toprağı üzerinde, isyancı şef ve beraberindekiler Havana’ya girdi. Tarih, halkın ayaklarıyla yeni bir Kışlık Sarayın merdivenlerini tırmanıyordu.

Ernesto Che Guevara
(Türkçe çevirisi: Che Guevara, Politik Yazılar, Yar Yayınları, Ocak 1991)

Dipnotlar

[1] 8 Ekim l960’da Verde Olivo’da yayınlanan makale.
[2] Marx’ın Simon Bolivar hakkındaki görüşleri, Karl Marx ve Frederick Engels’in Tüm Eserler’inde “Bolivar y Ponte” adlı makalede bulunabilir (New York, International Publichers, 1982) c. 18, s. 219-33. Engels’in 19. yy Meksika’sıyla ilgili yorumları, Marx ve Engels’in “1847 Hareketi” adlı yazılarında (Tüm Eserleri c. 6, s. 527) ve “Demokratik Pan İslavizm”de bulunabilir (Tüm Eserleri c. 8 s. 365).

 

Posted in Genel Haberler, Küba, Makaleler | Leave a Comment »

Şili: Öğrenci Hareketi üzerine resimlerle yapılan bir deneme = Shalini Adnani

Posted by lahy 06/10/2011

La Moneda Başkanlık Sarayı ile aynı bölgede olması nedeniyle Şili Üniversitesi kampüsü öğrenci eylemlerinin merkezi haline geldi. Afişte, “Mücadele bütün toplumun mücadelesi, Herkese bedava eğitim”  diye yazıyor. Mayıs ayından bu yana sokaklara dökülen öğrenciler köklü reformlar yapılarak eşitsiz gelir dağılımının yarattığı sistemin değiştirilmesini talep ediyorlar. Lise ve Üniversite öğrencileri okul kampüslerini işgal ettiler ve sürekli olarak destek kazandılar. Otoriteler, yeni okul yılı yaklaşırken Pinochet döneminde uygulamaya sokulan neoliberal eğitim sistemini değiştirmeyi red ediyor.

Okul girişlerini kapatan masa ve sandalyeler okulun işgal altında olduğunun simgesi oldu.

Eski Başkan Michelle Bachelet’in resminin olduğu bir  afis, “Onlar neredeler?” diye soruyor.

27 Eylül’de şehir merkezindeki gösteri, pankart: ”Piñera Eğitimin bedava olduğunu anla.”

Şehir merkezinde ana caddede polisler öğrencilerin yanı sıra yürüyor.

Anne ve babalar öğrencileri desteklemek için yürüyor – bir anne taşıdığı pankartta ‘Bilinçsiz bir çocuğum olmasını değil bütün bir yılı kaybetmesini tercih ederim” diyor.

Köstümler giyerek gösteri yapan bir grup. bir pankart, ”Şirketlerin Diktatörlüğü” diyor.

Köstümlü Göstericiler yolda dans ediyor.

Pinochet döneminde ‘kayıp edilenlerin! anneleri politik tutuklu ve kayıpların resimlerini taşıyarak adalet talep ediyor.

Carabineros, Şili Çevik Polisi yolu bloke edip öğrencilerin yürüyüşünü engelliiyor.

Polise yaklaşan bir öğrenci onların düşmanca tavır ve varlıkları ile şiddet olaylarına yol açmamalarını istiyor.

Bir gösteri sırasında olaylar çıkınca Molotov kokteyleri atılyor, kafatası ve kemik resimleri yamanan bir ABD bayrağı yakılıyor.

Yürüyüşcüler limon kullanarak polisin kullandığı gözyaşartıcı gazın etkilerini azaltmayı deniyor.

Polis barışcıl bir göstericiyi tutukluyor.

Maskeli yürüyüşcüler polis aracına taş yağdırıyor. Otoriteler tazyikli su ve göz yaşartıcı bombalar kullanarak ‘kapşonlular’ olarak adlandırdıkları göstericilere saldıyor.

Geleneksel 11 Eylül’ü anma töreni sırasında =kayıplar için bir anıtın bulunduğu=  polis güçleri merkezi mezarlığa gelerek göstericileri tutuklamayı deniyor.

Shalini Adnani Santago da yaşayan ve serbest çalışan bir gazetecidir.

Posted in Öğrenci Hareketleri, Şili | Etiketler: , | 1 Comment »

Şili’de öğrenciler ile hükümet anlaşamadı

Posted by lahy 06/10/2011

Şili’de ücretsiz ve eşit eğitim isteyen öğrenciler ile hükümet arasındaki görüşmelerden sonuç çıkmadı.

Aylardır sürdürdükleri protestolar ile ülkede eğitim sisteminin durmasına yol açan öğrenciler, yetkililer ile konuyu görüşmek için oturdukları masadan kalktı.

Şili Öğrenci Konfederasyonu (CONFECH) sözcüsü Camila Vallejo, hükümettin konu üzerine hiç bir iyi niyetinin olmadığını belirtti.

Vallejo, “Herkes için özgür ve kaliteli bir eğitim konusunda hiçbir iyi niyet yok. Devlet bu eğitimi vermek ile sorumlu. Onlar ise şu anda yürürlükte olan sistem üzerine ısrar etmeye devam ediyor.” şeklinde konuştu.

Hükümet görüşme sonrası konuyu komisyona havale ederken, gergin bir ortamda başlayan toplantı sonrası öğrenciler tarafından işgal edilen okullarda olaylar tekrar alevlendi.

Şili’de öğrenciler eğitim masraflarının yüzde 85’ini karşılarken devletin katkısı ise sadece yüzde 15 oranında bulunuyor.

Şili, Amerikan kıtasında Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra en pahalı eğitim sistemine sahip ülke konumunda. (euronews)

Posted in Öğrenci Hareketleri, Şili | Etiketler: , , | Leave a Comment »

Haiti: İşgal Altında bir Ülke = Eduardo Galeano

Posted by lahy 05/10/2011

 

Uruguaylı tarihçi ve yazar Eduardo Galeano’nun 28 Eylül 2011’de Uruguay’ın başkenti Montevideo’da gerçekleştirilen Haiti konulu forumda yaptığı konuşmayı yayınlıyoruz.*

İstediğiniz ansiklopediye bakın. Amerika kıtasında bağımsızlığını kazanan ilk ülke hangisiydi diye sorun. Hep aynı yanıtı bulacaksınız: Amerika Birleşik Devletleri. Halbuki Amerika Birleşik Devletleri bağımsızlığını ilan ettiği sırada topraklarında bir yüz yıl daha köle kalmaya devam edecek 650 bin köle yaşıyordu ve ilk anayasada siyah bir bireyin, beyaz bir bireyin ancak beşte üçüne denk olduğu hükme bağlanmıştı.

Ve eğer herhangi bir ansiklopediye bakıp köleliği kaldıran ilk ülkenin hangisi olduğunu sorarsanız daima aynı cevabı bulursunuz: İngiltere. Oysa ki köleliği kaldıran ilk ülke İngiltere değil, bu onurun ceremesini hala çekmekte olan Haiti’dir.

Haiti’nin siyah köleleri Napolyon Bonapart’ın şanlı ordularını yenilgiye uğrattı ve Avrupa yaşadığı bu büyük utanç nedeniyle onları asla affetmedi. Haiti, bağımsızlığı nedeniyle suçlu yerine konularak Fransa’ya yüz elli yıl boyunca devasa bir tazminat ödemek zorunda kaldı ama bu bile yeterli olmadı. O büyük küstahlık bugün bile dünyanın beyaz efendilerinin ağrına gitmeye devam ediyor.

* * *

Bütün bunlar hakkında ya pek az şey biliyor ya da hiçbir şey bilmiyoruz.

Haiti görünmez bir ülke.

Ülke ancak 200 binin üzerinde Haitili’nin ölümüne yol açan depremden sonra ünlendi. Ülke, haber medyasının ön sayfalarında ancak yaşanan trajedi sonrasında kısaca yer kaplar oldu.

Haiti, ne atık malzemeleri büyücü misali güzelliğe çevirmeyi başaran yetenekli sanatçılarıyla, ne de köleciliğe ve kolonyal boyunduruğa karşı verdiği savaşımdaki tarihi kahramanlıklarıyla meşhurdur.

Sağır kulaklar duyabilsin diye bir kez daha yinelemekte fayda var: Amerika’nın bağımsızlığının temelini atan ve dünyada köleciliği bozguna uğratan ilk ülkedir Haiti.

İçine düştüğü güçlükler nedeniyle dile düşmekten çok daha fazlasını hak ediyor.

* * *

Şu an benim ülkeminki dahil olmak üzere muhtelif ülke ordularının işgali altında Haiti. Peki bu askeri işgal nasıl gerekçelendirildi? Haiti’nin uluslararası güvenliği tehdit ettiği iddiasıyla…

Bunda yeni bir şey yok.

Haiti örneği 19. yüzyıl boyunca, hala kölelik düzenini sürdüren ülkelerin güvenliği için tehdit oluşturdu. Thomas Jefferson’ın da dediği gibi, isyan musibetinin kaynağı Haiti’ydi. Örneğin Kuzey Carolina’daki yasalar, gemisi limana yanaşan herhangi siyah denizcinin kölecilik karşıtı salgını yayabileceği tehdidiyle hapse konmasına cevaz veriyordu. Ve Brezilya’da söz konusu salgın Haiticilik diye adlandırılıyordu.

Haiti, 20. yüzyılda da güvenli olmadığı gerekçesiyle yabancı alacaklılarının deniz kuvvetlerince işgal edildi. İşgalciler gümrüklerin yönetimine el koydular ve Ulusal Banka’yı New York’taki City Bank’a devrettiler. Ve bir kez adaya adım attılar mı orada tam 19 yıl kaldılar.

* * *

Dominik Cumhuriyeti ile Haiti arasında bulunan geçit El Mal Paso [Belalı Geçit] adıyla bilinir.

Belki de bu isim bir uyarı işaretidir: siyah dünyaya, kara büyüye, cadılığa doğru yol alıyorsunuz…

Köleler tarafından Afrika’dan taşınan ve Haiti’de ulusallaşan Vudu dini, bir din olarak adlandırılmayı bir türlü hak etmemektedir. Uygar dünyanın bakış açısına göre Vudu karadır, cehallettir, geriliktir, saf batıl inançtır. Katolik Kilisesi’nin inananları arasında kutsal azizlerin tırnaklarını ve Cebrail’in kanatlarını satmak gayet yaygın bir teamülken aynı kilise, hakkında kimsenin fikir sahibi olmadığı bu batıl inancı 1845, 1860, 1896, 1915 ve 1942 yıllarında yasaklamıştır.

son yıllarda Haiti’deki batıl itikada karşı savaş açma misyonunu evanjelik protestan tarikatler devralmıştır. Bu tarikatler binalarında 13. kata, uçaklarında 13. koltuk sırasına yer vermeyen ve tanrının dünyayı bir haftada yarattığına inanan uygar hıristiyanların yaşadığı Amerika Birleşik Devletleri’nden gelmektedir.

Aynı ülkede yaşayan evanjelik vaiz Pat Robertson, 2010 yılında gerçekleşen deprem hakkında bir televizyon açıklaması yaptı. Söz konusu ruh çobanı, siyah Haitili’lerin Fransa’dan bağımsızlıklarını, Haiti cangıllarının derinliklerindeki şeytandan yardım almalarını sağlayan bir Vudu töreni sayesinde kazandıklarını vahiy etti. Onlara özgürlüklerini kazandıran şeytan şimdi bu depremle faturasını yolluyordu.

* * *

Yabancı askerler Haiti’de daha ne kadar kalacak? Oraya istikrar kazandırmaya ve yardım etmeye gittiler; ama zaten yedi senedir oradalardı ve onları istemeyen bu ülkeyi yardımsız bırakmak ve istikrarsızlaştırmaktan başka bir şey yapmamışlardı.

Haiti’nin askeri işgali Birleşmiş Milletler’e yılda 800 milyon dolara mal oluyor.

Birleşmiş Milletler o fonları teknik işbirliği ve sosyal dayanışma için kullanmış olsaydı, Haiti yaratıcı enerjisini geliştirmek için kuvvetli bir destek almış olacaktı. Ve bu sayede kendini, tecavüz etmeye, cinayet işlemeye ve ölümcül hastalıklar saçmaya pek yatkın silahlı kurtarıcılarından kurtarabilirdi.

Haiti’nin artık topraklarına gelinip felaketlerinin kat kat artırılmasına ihtiyacı yok. Kimsenin hayırseverliğine de ihtiyacı bulunmuyor. Eski bir Afrika atasözünde büyük isabetle belirtildiği gibi veren el, alan elden daima üstündür.

Ancak Haiti’nin, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve diğer hayırsever kurumlar tarafından yerle bir edilen gıda egemenliğini yeniden tesis edebilmek için dayanışmaya, doktora, okula, hastaneye, gerçek işbirliğine ihtiyacı büyük.

Biz Latin Amerikalı’lar için dayanışma bir şükran borcudur: 1804 yılında gerçekleştirdiği o bulaşıcı eylemle bizlere özgürlüğün kapılarını açtığı için bu ufacık muazzam ulusa teşekkür etmenin en iyi yolu dayanışma olacaktır.

* Çevirinin yapıldığı kaynak: lo-de-alla.org

 

Haiti’nin seçim felaketi -Alexander Main

 

 

Posted in Haiti, Makaleler | Etiketler: , , | Leave a Comment »

Fidel Castro:OBAMA’NIN DENETİMLİ UTANCI

Posted by lahy 04/10/2011

Kübalı anti-terörist Rene Gonzalez’in kendisine yüklenen haksız hapis cezasını çektikten sonra Küba’ya ailesinin yanına dönmesine karşı çıkan Florida Mahkemelerinin Yanki hâkimlerinin kararı bekleniyor olsa da acımasızcaydı.

İçinde masum yolcularla dolu yolcu uçaklarını patlatan CIA ajanları olan Posada Carriles ve Orlando Bosch gibi katilleri yaratan ABD hükümeti haksız yere 13 yıl boyunca hapislerde kötü muamelelere maruz kalan Rene’nin orada kalmasında diretiyor.

ABD’de güya “özgür” bir şekilde üç yıl daha ceza almadan elini kolunu sallayarak gezen katillerin insafına bırakılıyor. Daha uzun süreli ceza alan 3 Kübalı ve iki kez ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış beşinci Kübalı ise hala ABD hapishanelerinde. Dünya kamuoyunda Küba Beşlisine sahip çıkan tepkilere karşı imparatorluğun verdiği cevap bu şekilde.

Eğer olaylar bu şekilde gelişmese imparatorluk imparatorluk olmazdı, Obama da bir aptalı oynamayı bırakırdı.

Tabii ki Kübalı kahramanlar orada sonsuza kadar kalmayacaklar. Dünya çapında ve Amerikan halkının içinde onur, inat ve dayanışma hareketi gelişip büyüyecek ve bu aptalca haksız adaletsizlik sona erecek.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kurumun yeniden yapılandırılması gereği görüşülürken bu çirkin karar gündeme geldi. Bir karar herhalde hiç bu kadar kıyasıya eleştirilmemiştir.

Bolivarcı lider Hugo Chavez Genel Kurula ilk mesajını 21 Eylül günü iletti. Chavez’in ikinci mektubu Başbakan Nicolas Maduro tarafından sütün bir belagatle Genel Kurula aktarıldı. Bu mesajında Chavez, yurdumuza karşı yürütülmekte olan yasadışı ablukayı reddederken yaptıklarından dolayı Küba Beşlisinden intikam almaya çalışanları da lanetledi.

Bu şartlar altında görüşlerimi yazmaya mecbur oldum. Düşüncelerimi konuşmacının-yazarın kelimeleriyle yapmak isterim:

“Kant’ın alaycı bir dille ifade ettiği gibi, mezarlıkların barışı değil bizim aradığımız. Bizim aradığımız uluslararası hukuka gerçekten bağlı bir barış. Ne yazık ki, Birleşmiş Milletler, tüm tarihi boyunca, uluslar arasında barışı tesis etmek ve yaygınlaştırmak yerine, kimi zaman eylemleriyle kimi zaman da vurdumduymazlığıyla en insafsız haksızlıklara destek vermiştir.”

“1945’ten bu yana, savaşlar yeni savaşlar yaratmaktan başka bir işe yaramamıştır.”

“Tüm dünya ülkelerine çağrıda bulunarak şunu yineliyorum: 11 Eylül 2001’den bu yana yeni ve emsali görülmemiş, sonu olmayan bir savaş başlamıştır.”

“İçinde yaşadığımız dünyanın korkunç gerçekliğiyle yüzleşmemiz gerekiyor. […] Neden sadece Amerika Birleşik Devletleri’dir dünyanın dört bir yanını üsleriyle donatan? Bu denli devasa bir bütçeyi askeri harcamalara akıtmaya neden olan bu korkunun kaynağı nedir? Ülkelerin egemenliklerini hiçe sayarak bunca savaşın fitilini ateşlemesinin nedeni nedir? Uluslararası hukuk nasıl oluyor da ABD’nin yer yüzündeki enerji kaynaklarını kontrol altına almaya ve sömürgen ekonomisini sürdürmesine destek olabiliyor? Niye BM Vaşington’a dur demiyor? […] imparatorluk, bu sıfat kendine sunulmadan, kendine hakim sıfatını biçmiş bile […] bu nedenledir ki emperyalist savaş hepimizi tehdit ediyor.”

“Vaşington biliyor ki çok kutuplu dünya artık geri dönülmez bir gerçekliktir. Vaşington’un stratejisi, her ne pahasına olursa olsun, yükselişe geçen ülkeleri durdurmayı içeriyor […] amaç dünyanın yeniden düzen altına alınmasıdır, bir anlamda yankinin askeri hegemonyasının kuruluşudur.”

“Bu yeni Armageddon’un arkasında ne var? Bunun arkasında, yeryüzünü yeni kar alanları yaratmak için talan eden askeri-mali koalisyonun mutlak gücü yer alıyor. Unutmayalım ki savaş sermayenin “modus operandi”sidir, savaş çoğunluğu mahvederken, tahayyülü güç bir azınlığı zengin etmektedir.”

“Tam da şimdi, dünya barışı büyük bir tehdit altındadır, bu tehdit yeni bir döngüye giren sömürge savaşlarıyla ilan edilmiştir, Libya’da fitili ateşlenmiştir. Hedef, bugünkü mevcut kriz koşullarında, tüketim düşkünlüğünden ve açgözlülüğünden ödün vermeksizin, küresel kapitalist sistemin yenilenmesidir.”

“İnsanlık hayali güç bir yıkımın eşiğinde: Dünya ekolojik yıkıma doğru önlenemez bir biçimde yaklaşmaktadır; küresel ısınma ve ürkütücü sonuçları bunu göstermekte. Ünlü Fransız filozof Edgar Morin’in işaret ettiği gibi, bunların ekosisteme bakışları [Aztek ve İnka devletlerini yıkarak Amerika kıtasını sömürgeleştiren İspanyol] işgalciler Cortés ve Pizarro’yu andırıyor […] Enerji ve besin krizleri yoğunlaşıyor, ama kapitalizm tüm sınırları aşarken kimse ona dokunamıyor.

“İki defa Nobel ödülü alan ABD’li ünlü bilimci Linus Pauling, yolumuz aydınlatmaya devam ediyor. Pauling diyor ki: ‘Kanımca dünyada askeri güçler ve nükleer bombaların zalim gücünden daha büyük bir güç var – bu da iyiliğin, ahlağın, insancıllığın gücüdür. Ben insan ruhunun gücüne inanıyorum.’ İnsan ruhunun tüm gücünü harekete geçirelim – tam zamanıdır. Karanlık güçlerin savaş açmak bahane üretmesini ve Batı sermayesini kurtarmak için savaşları yaymalarının önüne geçeceksek, büyük bir karşı-saldırı başlatmak zorundayız.

“Savaş çığırtkanları, özellikle de onları destekleyen ve güden askeri-finansal önderliği yenmek zorundayız.

“Kurtarıcı Simón Bolívar tarafından öngörülen evrensel dengeyi kuralım. Bu denge, kendi sözleriyle, savaşta elde edilemez, ancak barıştan doğar.

“Latin Amerika için Bolivarcı İttifak (ALBA) üyesi diğer ülkelerle birlikte Venezuela, Libya sorununun barışçıl bir yolla çözülmesi için girişimlerde bulunuyordu. Afrika Birliği de aynısını yaptı. Ancak sonuçta BM Güvenlik Konseyi’nin ilan ettiği ve Yanki imparatorluğunun silahlı kanadı olan NATO’nun hayata geçirdiği savaş yaşandı. […]

‘Libya vakası’ Batı medyasının yoğun propagandası altında Güvenlik Konseyi’ne getirildi. Oysa ki bu medya kaynakları Libya hava kuvvetlerinin masum sivilleri öldürdüğüne dair yalan söylemekteydiler, Trablus’da Yeşil Meydan’daki büyük medya oyununu saymıyorum bile. Bu önceden hazırlanmış yalanlar dizisi Güvenlik Konseyi’nin sorumsuzca ve acele biçimde kararlar almasının önünü açtı. Bu da NATO’nun Libya’da rejimi askeri yollardan değiştirmesine olanak sağladı.

“Güvenlik Konseyi’nin 1973 sayılı kararınca oluşturulan uçuşa kapalı bölge ne oldu? Eğer hava sahası uçuşa kapalıysa, NATO nasıl oldu da Libya halkına karşı 20 bin harekât gerçekleştirdi. Libya Hava Kuvvetleri tamamen yok edildikten sonra da ‘insancıl’ bombalamalar devam etti. Bu da Batı’nın NATO aracılığıyla Kuzey Afrika’da çıkarlarını tesis etmek ve Libya’yı sömürgeleştirmek niyetini ortaya koymaktadır.

“Bu askeri müdahalenin amacı neydi? Libya’nın zenginliklerine el koyup ülkeyi sömürgeleştirmek. Her şey bu amaca yönelikti.

“Trablus’daki Venezuela Büyükelçiliği konutu işgal edildi ve yağmalandı. Bu sırada BM utanmaz bir sessizlik içindeydi.

“BM’deki Libya temsilciliği niye ‘Geçici Ulusal Konsey’e verildi? Aynı zamanda Filistin’in kabulü, hem yasal gerekçeleri hem de BM Genel Kurulu’nun büyük çoğunluğunun desteği görmezden gelinerek engelleniyor. Venezuela bu noktada Filistin halkına, Filistin davasına ve elbette Filistin’in BM’ye üye devlet olarak kabulüne koşulsuz desteğini ilan eder.
“Ve aynı emperyalist tavır Suriye konusunda da tekrar ediliyor.”

“Bu dünyadaki güçlülerin yasal ve egemen hükümet yöneticilerinin görevlerinden ayrılmasını emretme hakkını kendilerinde görmeleri tahammül edilemez bir durum. Libya’da olan buydu ve aynısını Suriye’de de yapmak istiyorlar. Bunlar, uluslar arası arenada görülebilecek asimetriler ve zayıf uluslara karşı uygulanan kötü muameleler.”

“Afrika kıtasına bakacak olursak BM’nin yapmış olduğu tarihi hatalardan kalbimizi kıran bir örneğe rastlıyoruz: en ciddi haber ajansları son üç ayda 5 yaşın altında 20 ila 29 bin çocuğun öldüğünü rapor ediyor.”

“Bu sorunla yüzleşmek için gereken şey 400 milyon dolar, bu; sorunu çözmek için olmasa da, Somali, Kenya ve Etiyopya gibi ülkelerdeki sorunlara acil çözüm bulmak için gerekiyor. Tüm kaynaklara göre önümüzdeki aylar sorunun en ciddi olarak görüldüğü Somali de dahil olmak üzere 12 milyon insanın ölmesini engellemek için hayati önem taşıyor.

“Bu gerçeklik daha kötü olamaz, özellikle de Libya’nın yerle bir edilmesi için ne kadar para harcandığını düşündüğümüz zaman. ABD Kongre üyesi Dennis Kucinich’in cevabı şu şekilde: “Bu yeni savaş bize yalnızca ilk haftasında 500 milyon dolara mal olacak. Açık ki bunun için finans kaynaklarımız yok ve önemli iç programlara ayrılan fonları kesmek zorunda kalacağız.” Kucinich’e göre Libya halkına uygulanan zulüm için Kuzey Afrika’da ilk üç haftada harcanan parayla Afrika’da açlıkla mücadele eden on binlerce insan kurtarılabilirdi.”

“…66. BM Genel Konseyi’nin açılış toplantısında Afrika’daki sorun için acil insani yardım çağrısı yapılmamış olması açıkçası pişmanlık verici, bunun yerine Suriye’ye müdahale için zamanın gelmiş olduğundan eminiz.”

“Ayrıca son 50 yıldır imparatorluğun tüm şiddeti ve acımasızlığıyla uygulamaya devam ettiği utanç verici ve bir suç unsuru olan Küba karşıtı ablukanın sona erdirilmesi çağrısında bulunuyoruz.”

” 2010 yılından itibaren, 19 BM Genel Konseyi oylaması Küba karşıtı ekonomik ve ticari ablukanın kaldırılmasından yana bulunarak bu yöndeki evrensel talebi dile getirdi. Tüm duyarlı uluslararası deliller kullanıldığına göre kendi kaderlerini belirlemek ve kendi mutlulukları için mücadele etmek yönündeki kararlılıklarını ortaya koyan Küba halkının asaleti ve cesareti karşısında Küba karşıtı bu tür insafsız eylemlerin, imparatorluğun gösterdiği umursamazlıktan kaynaklandığına inanmak dışında bir seçeneğimiz kalmıyor.”

“Venezuela olarak Küba halkına karşı uygulanan ablukanın derhal ve koşulsuzca kaldırılmasını ve aynı zamanda yalnızca ABD hükümetinin koruması altında Küba karşıtı yasadışı eylemleri organize ettiği bilenen terörist grupları önleme amacıyla çalıştıkları için ABD’de mahkûm edilen 5 Kübalı terör karşıtı savaşçının derhal serbest bırakılmasını ABD’den talep etmenin zamanının geldiğini düşünüyoruz.”

“Bizim için çok açıktır ki BM iyileşmiyor ve içeriden iyileşmeyecek. Genel Sekreter, Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi Başkanları’yla, Libya örneğinde olduğu gibi, savaş kararı alırsa bu organizasyonun şu anki oluşumundan hiçbir şey beklenemez ve reform için daha fazla zamanımız yok.”

“Genel Meclis’in iradesini kasten onaylayamayarak, sırtını ne zaman isterse ülkelerin çoğunluğunun haykırışına dönen Güvenlik Konseyi’nin varlığı dayanılmaz. Eğer Güvenlik Konseyi imtiyazlı üyelerden oluşmuş bir çeşit klüp haline geldiyse Genel Kurul ne yapabilir? Güvenlik Konseyi üyeleri, uluslararası kanunları ihlal ederlerse, Genel Kurulun manevra alanı nerededir?”

“1818’de gelişmeye başlayan yanki emperyalizminden bahseden Bolivar’la açıklarsak, güçlüler hakları ihlal ederken, biz zayıflar kanunlara uyduk. Kuzey kanunları ihlal ederken, yağmalarken ve bizi öldürürken, uluslararası kanunlara saygı gösteren güneyliler, bu biz olamayız.”

“Eğer biz herkes için Birleşmiş Milletleri yeniden kurma yükümlülüğünü üstlenmezsek, organizasyon arta kalan güvenilirliğini yitirecektir. Meşruiyet krizi ta ki BM çökene kadar hızlandırılacak. Aslında bu, onun önceli Milletler Cemiyeti’ne olandır.”

“Çok kutuplu dünyanın barışçıl geleceği bizim sorumluluğumuz. Net söylemek gerekirse dünyadaki insanların çoğunluğunun, bizi yeni bir sömürgecilikten koruması ve evrende dengeye ulaşılması, emperyalizmi ve kibirliliği ortadan kaldıracak.”

“Bu geniş, cömert ve saygılı çağrı istisnasız dünyadaki bütün insanlara çağrıdır, ama özellikle yakın gelecekte, cesaretle üstlenecekleri göreve çağrılan güneydeki yeni gelişen güçlere yapılmıştır.”

“Latin Amerika ve Karayiplerden bölgelerinde demokrasiyi hâkim kılmaya karar vermiş olan güçlü ve dinamik bölgesel ittifaklar ortaya çıkıyor. Bizi bölen her şeye karşı birleştiren ve dayanışma içine sokacak olan siyasi açılımları yapıyorlar. Bu yeni bölgecilik her türlü farklılığa da açık […] Latin Amerika Halkları için Bolivarcı İttifak ALBA ilerici ve anti-emperyalist hükümetler için tarihsel bir deney olarak yoluna devam ediyor. Uluslar arası kamuoyuna hükmeden yapıya boyun eğmeden ve halkları kardeşçe birleştirerek. Ancak bu gelişmeler ülkelerimizin Güney Amerika Uluslar Birliği UNASUR’u güçlendirmeyeceği anlamına gelmiyor. Bu birliğin amacı Bolivar’ın zamanında “cumhuriyetler ulusu” olarak tanımladığı 12 egemen devleti siyasi bir blok haline getirmektir. Bununla yetinmeyen 33 Latin Amerika ve Karayip ulusu eksiksiz bir katılımla bağımsızlık ve egemenliklerini koruyarak, eşit ve dayanışma içinde uluslar olarak bir araya geliyor. Bolivarcı Venezuela’nın başkenti Karakas önümüzdeki Aralık ayının 2 ve 3’ünde Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğunu (CELAC) kuracak olan Devlet ve Hükümet başkanları toplantısına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. ”
Bu derinden mesajlarla Bolivarcı Devlet Başkanı Hugo Chavez’in Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna hitabı sona eriyor.

AFP Haber Ajansına göre bugün Vaşington’dan bir haber: ABD Başkanı Barack Obama Çarşamba günü başkan olduğu süre boyunca kayda değer siyasi ve sosyal değişimler yaratıldıkça Küba ile aralarındaki siyaseti değiştireceğini açıklamıştır.

Ne kadar iyi bir adam! Ne kadar da zeki! 50 yıllık ablukanın ve anayurdumuza karşı işlenen sayısız suçun bizi dizlerimizin üzerine çöktüremeyeceğini sonunda anlamış. Küba’da çok şey değişir, ancak bunlar bizim çabamızla değişir, ABD istedi diye değil. Belki de imparatorluğun önce çökmesi gerekir.

Kübalı yurtseverlerin inatçı direnişinin simgesi Küba Beşlisidir. Hiçbir zaman vazgeçmeyecekler! Hiçbir zaman teslim olmayacaklar! Çok kereler yinelediğim Marti’nin sözlerinde olduğu gibi:

“Önce özgür ve zengin bir ülke için çalışacağız, sonra güney ve kuzey denizleri birleşecek, sonunda ise kartal yuvasındaki yumurtadan bir yılan çıkacak.”

Belli ki Florida Mahkemelerindeki hâkim Obama’nın denetimli utancına ışık tutmuş oluyor.

Fidel Castro Ruz

28 Eylül 2011

PLT-OS-EK-MS-ÖG-OE-03102011

Posted in Küba, Makaleler | Leave a Comment »

Meksika:Babalar,Anneler ve Kayıp Çocuklar Birlikte Barış Karavanındaydılar

Posted by lahy 04/10/2011

Meksika toplumunun temelinde aile var, birbirine çok yakın, anneler,babalar ve çocukları, büyükanneler, dedeler, teyzeler ve amcalar, kuzenler, erkek ve kızkardeşler şeklinde yayılan geniş bir ağ bu. Bu güç Adalet ve Onurlu bir Barış için Hareket‘in temel taşı. Hareketin Güneye düzenlediği  6 Eylül’den  19 Eylül’e kadar süren  ve Morelos, Guerrero, Oaxaca, Chiapas, Tabasco, Veracruz ve Puebla eyaletlerinden geçen son karavan sırasında aile bağlarının  11 günlük yürüyüş boyunca katılımcılara enerji sağlayıp ve motive ettiği görüldü.

Javier Sicilia şimdi bir peygamberin sesi ile konuşan ve başından beri bu hareketin içinde yer alan bir şairdir. çünkü o oğlu vahşice öldürülen bir babadır. Ve  Adalet ve Onurlu bir Barış için Hareket’e liderlik ederken uyuşturucu savaşında yakınlarını kaybeden birçok anne ve babanın, erkek ve kızkardeşlerin babası haline geldi.

Maktulzadelerle ve onlar hakkında sıcak ve babacan bir şekilde konuşuyor, onların arasında ruhani çocukları içinde hareket eden bir rahip gibi yürüyordu.

Ve orada Anneler vardı. Oğullarının ölümü üzerine Meryem ananın kalbnden bıçaklanması gibi yaralanan anneler. Kadınlar acı ve çaresizliklerini  hükümeti ve onun yıkıcı politikalarını ve eylemlerini mahküm eden yılmaz, güçlü bir sese dönüştürdüler, ve başkalarını da acılarının üzerinde yükselip harekete katılmaya çağırdılar.

Bazıları Karavan’a katılmak için Kuzey eyaletlerinden gelirken bazıları ise karavan güneye vardığında katıldılar. Bazıları sakince konuşurken bazıları ise çığlık attı ve hep birlikte ağladılar.

Ve onların sesi doğrudan dinlayicilerin yüreklerine gitti.

Ve orada babalar, kardeşler ve sevgililer vardı.

Baba ve Oğlu

Kardeş

Ve katılanların etrafında, Karavan ile seyahat  eden herkesin etrafında ve yürüyüş boyunca protesto ve gösterilere katılanların tümünün etrafında kayıp çocukların dolaşan ruhları vardı.

      

Posted in Meksika, Sosyal Hareketler | Etiketler: , | Leave a Comment »

Küba Günlüğü:Leon Troçki, Padura ve Ben = Daisy Valera

Posted by lahy 01/10/2011

Kitap: “Köpekleri Seven Adam”, yazar: Leonardo Padura.

Leonardo Padura’nın bu çalışması ile, üniversitedeki ilk yılım sırasında matematik analizine dalıp bir kitabın ardından diğerini okuma alışkanlığımı bir tarafa bıraktığım zaman, hemen hemen 2005 yılı sonlarında karşılaştım.

Anton Arrufat’nın ‘La noche del aguafiestas’ ve Padura’s ‘Tetralogy Cuatro Estaciones’ altı ay içinde okuyabildiğim iki kitap idi.

Mario Conde (Padura’nn 4 roman serisinde ki ana karakter) beni büyülemiş idi ancak çeşitli Küba romanları ve Leonardo’nun diğer çalışmalarında rastlanan suç hikayelerini daha fazla okumak istemedim.

Çocukluğumdan arda kalan bazı hatıralar ve resimleri anımsatan, anlam yüklü Troçki ile daha sonra karşılaştım: bunlar Mir ve Moskova yayınları tarafından basılan kitaplar, ve bir zamanlar orta okulun bahçesinde ışıldayan Lenin albümleri idi.

Ancak, üniversite öğrencisi olarak meraklı bir şekilde yanıtlar ve çözümler aradığım bir sırada Troçki’nin çalışmaları beni tartışmalarla doldurdu.

Troçki beni hiçbir şeye aldırmamaktan kurtardı ve “sosyalizm,” “komünizm” ve “devrim” kavramlarındaki boşlukları doldurdu.

Bunlar, yıllar önce başarısız deneyimler ve mide bulandırıcı konuşmalar tarafından benim için anlamını yitiren kavramlardı.

Acele bir şekilde onun kitaplarını buldum ve orada onun deneyiminin benimkine benzediğini gördüm = sıradışı ya da ihanete uğrayan devrimler, tasfiyeler ve bürokratlar.

İki yıl önce Padura’nın Troçki’nin karakterlerinden biri olduğu bir kitap yazdığını öğrendim. Şaşırmıştım. Bundan önce onun detektif romanlarının yazarı olarak tanıyordum.

Fakat şaşkınlığımın başka bir nedeni daha vardı: ilk olarak Troçki’nin adı Sovyet Stalinistlerinin yaptığı gibi Küba’da okutulan modern tarih kitaplarından da silinmiş idi.

Şaşkınlığımın bir diğer nedeni de üniversite de birinci sınıfta iken Savunma hocasının, savunmaya hazırlık kursunda bütün sınıfın önünde Troçki’yi ”hain” olarak yaftalaması idi.

Bir çok kişinin hala ”Dönek Troçki” mitine inandığını bilerek Padura’nın Troçki’nin ölümü üzerine yazdığı kitabın Amerikalar evinde ki tanıtımına katıldım, salon tıklım tıklım dolu idi.

Bugün bu kitabı bitirdim. Anlattığı hikaye, hali hazırda bildiğim için beni düşündürmedi.

El hombre que amaba a los perros (Köpekleri Seven Adam)’ın yayınlaması bize ana müttefiğimizin SSCB olduğu ve Rus polkası ile dans ettiğimiz bir dönemi anımsatıyor.

Leonardo Padura’nın kitabı, ayrıca Troçki’yi canlandırıp Küballılara onu dünya işçileri hakkında mücadele eden biri olarak tanıtma imkanını veriyor

Bu eser, Stalinist bürokrasi tarafından sürdürlen iktidarın kötüye kullanımı ve suçlara karşı mücadele eden bir insanı tanıtıyor, ancak, kitap ayrıca, çürümekte olan bir toplumu yeniden yaşama döndürmek için alternatifleri de sunuyor.

(14 Temmuz 2011=Havana Times)

Küba’da cinsel taciz

Küba: Irkçılık üzerine sorular (I)

Küba: Irkçılık üzerine sorular II

Küba’da öğretildiği şekliyle Leon Troçki Daisy Valera

Kübalı transseksüellerin sorunları

Küba’da duvar yazıları – Daisy Valera

Posted in Küba, Kültür - Sanat, Makaleler | Etiketler: , , , | 2 Comments »