latin amerikan haber yorum

Posts Tagged ‘Arjantin’

Arjantin: Başkan Fernandez’e kanser teşhisi

Posted by lahy 28/12/2011

Arjantin Devlet Başkanı Cristina Fernandez de Kirchner’in troit kanseri olduğu açıklandı. Ilk teşhisin 22 Aralık’da kondugu, kanserin metastaz yapmadığını ve Fernandez’in ocak ayında bir operasyon geçireceğini bildirildi. Operasyon sonrası Fernandez’in 20 gün hasta izni kullanacağı da bildirildi.

C.Fernandez geçtiğimiz Ekim ayında başkanlık seçimlerini kazanarak yeniden devlet başkanı seçilmişti.

Posted in Arjantin, Genel Haberler | Etiketler: | Leave a Comment »

Arjantin: Bu hastane emekçilere aittir! = Delil Delali

Posted by lahy 27/12/2011

Delil Delali -ANF

Buenos Aires

Kriz baş gösterdiğinde yılların getirdiği sorunlarla birlikte ülke çökme noktasına geldi. Büyük buhranda hemen hemen bütün sektörlerde yaşanan çöküntü, onbinlerce insanın işsiz kalmasına yol açmıştı. Kriz ortamında iflasın eşiğine gelen dev sermayeli birçok fabrikaya çalışanları el koyarak üretime devam edip kendi yaşamlarını idame etmeyi başardılar. Ama fabrikaların dışında farklı bir sektörden çalışanları tarafından yönetimine el konulup çalışmasını sağlayarak dikkat çeken bir kurumlardan biri de İsrail Hastanesi’ydi.

Çeşitli nedenlerden ötürü, iflas etmiş bir fabrikanın yada işyerinin kendi çalışanları tarafından yönetimine el konularak, yeniden işlevsel hale getirilmesi ve ekonomik çarkın patron gücü ile değil, bizzat emekçilerin el birliği ile yarattığı değerlere sahip çıkmasıyla başladı. İlk kez, 1920’de İtalya’da başlayan hareket, Mayıs 68 Fransa’sın da adından sıkça söz ettirmiştir. Daha sonraki tarihlerde, Federal Almanya, İsviçre, İspanya, Meksika, ABD, Çekoslovakya, Uruguay ve Arjantin gibi dünyanın bir çok ülkesinde gündeme gelen hareket, emek bakış açısının söz sahibi olduğunda zorlukları nasıl aşabildiğini, sermayecilerin bile hayretle tanık olduklarını göstermiştir.

Adidas, Benetton, Gucci gibi dünyanın birçok ünlü fabrikalarının yönetimine emekçiler tarafından el konulması bir noktadan sonra anlaşılabiliyor olsa da, devlet tarafından desteklenen uluslararası bir hastanenin, emekçilerin yönetimine geçmesi pek alışıldık bir durum değil günümüz koşullarında. Arjantin’in en eski kurumlarından biri olan İsrail Hastanesi’nin 44 yıllık emekçisi ve Konsey Üyesi Dr. Clemente Quintana Saucedo, ANF’ye, hastanenin yeniden hayata dönme sürecini anlattı.

* Öncelikle buranın İsrail Hastanesi olmasının hikayesi nedir?

İsrail Hastanesi, 1900 yılında Arjantin’e göç etmiş Yahudi topluluğu tarafından Dr. Alejandro Zabotinsky önderliğinde kuruldu. Hastanenin kuruluş amacı Arjantin’e göç etmiş, dil sorunu yaşayan Yahudi topluluğuna hizmetti. Daha sonraki süreçte bünyesinde barındırdığı dünyanın en iyi doktorların (ki bunlardan biri dünyaca ünlü Dermatolog Dr. Aron Caminsky) etkisiyle Arjantin’in en önemli hastanesi konumuna gelmiştir. Başkan Yrigoyen, General Peron vb. gibi önemli birçok devlet adamını konuk etmiştir. Kariyerinde eğitim hastanesi olma özelliğini taşıyan İsrail Hastanesi, çok uzun yıllar Yahudi toplumu için ciddi bir kazanç kapısı da olmuştur. 400 yatak kapasiteli hastane, ben işe başladığım 1968 yılında toplamda 1350 çalışanı ile yılda 100 bin hastaya hizmet vermekteydi.

1976 askeri darbesi döneminde dahi, hiçbir aksama olmadan hasta kabulüne devam ettik. Ancak 83 yılında yeniden demokrasiye döndüğümüzde, sendikacılık ülke içinde tekrar kurumlaşmaya başlamıştı ve hastanemizde de bu süreç kısa zaman içinde hayata geçirildi. Bu ilk başlarda emekçiler için sosyal bir güvence olmasından kaynaklı başarı olarak görülse de, kötü sendikacılığın en iyi örneğini bizzat yaşayarak öğrendik. Tamamen patron yanlısı bir politika izlediler. Çünkü bunda ciddi bireysel çıkarlar söz konusu idi. Hastaneyi taşeronlaştırmaya başladılar. Bazı iş adamları hastaneyi almak istiyorlardı. Niyetleri tam olarak hastaneyi satın alıp iflasını verdikten sonra devletten bunun bedelini almak ve hastaneyi vakıf adından çıkararak yeniden şahıs olarak sahip olmaktı.

* Peki bu vakfın bir amacı yok muydu? Neden hastaneyi özelleştirmek istediler ve bu durum, Yahudi toplumu tarafından nasıl karşılandı?

Kesinlikle biz de aynı soruyu sorduk. Bu hastanenin kuruluş amacı hizmetti ve en önemlisi, Yahudi toplumuna destek olmaktı. 1980 sonrası tamamen bu amacından saptı. Bana göre bir kaç nedeni vardı; bunlardan biri de artık ekonomik özgürlüğüne tamamen kavuşmuş olan cemaat, hastanenin sorumluluğundan kaçmaya çalışıyordu, kendi halkına hizmeti angarya olarak görmeye başlamışlardı ve vakıf kontrolünde olan hastaneyi sömürmek hiç de kolay değildi. Demek istediğim kolay yem bulamadıkları için işin içinden çıkmaya çalışıyorlardı. Bu bireyci tutum, bir süre sonra hastaneyi araştırma ve eğitim statüsünden uzaklaştırdı. Arjantin’in en önemli hastanesi, kendi içinde ciddi bir krizle karşı karşıya kalmıştı. Yahudi cemaati de artık hastaneyi gözden çıkarmıştı hatta hiç Yahudi hasta gelmemeye başlamıştı. Bizi krize götüren süreç asıl o zaman başlamıştı. Yani 1983-90 yılları arasında bir kriz içindeydik zaten.

SENDİKA İŞÇİLERİ SÜREÇ DIŞINA İTMEKLE MEŞGULDÜ

* Bahsettiğiniz kriz ekonomik krizden ziyade bir yönetim krizi. Sendikanın buradaki rolü neydi ve rolünü nasıl oynadı?

Az önce belirttiğim gibi işçilerin tarafında olması gereken sağlık sendikası tamamen patronlar arasında dönen dolapları örtbas etmek ve çalışanları bu sürecin dışına itmekle meşguldü. Oysa hastane içinde dönen her oyunu bizlerle paylaşması ve buna karşı tedbir alması gerekirdi. En nihayetinde biz bu hastanenin çalışanlarıyız ve işimizi her an kaybedebilirdik. Sendikanın oynadığı tek rol, bizleri kandırmaca üzerineydi ve biz bunu çok geç fark ettik.

* Ekonomik krize gelecek olursak nasıl karşıladınız 2001 krizini?

Bakınız dünyanın hiçbir yerinde kriz pat diye gelmez. Bunun gelişim süreci vardı ve toplum bunu seneler öncesinden hissetmeye başlamıştı. Ülkede özelleştirilmedik kurum bırakmadı dönemin hükümeti. Havaalanından tutun, belediyeciliğe ve aklınıza gelebilecek ne varsa sattılar. Ülkeyi soyup soğana çevirdiler. Patronların yönetmeye başladığı bir ülkede kriz olmaması mucize olmaz mıydı? Ülkeyi de tıpkı hastanemizde dönen oyunlarla krize sürüklediler. Çünkü bir krizden en karlı ancak patronlar çıkar. Ucuz iş gücü, uzun çalışma saatleri ile tekellerini daha da kurumsallaştırırlar. Bunu başarmalarının yolu da krizde olan bir ekonomiyi kullanmaktır.

2001 krizinde hastane olarak hizmet vermeye devam ettik. Sonuç itibariyle biz ‘ticari bir kurum’ değiliz, işimiz sağlık. Sağlık, iş alanları içinde hassas bir özelliğe sahiptir. Ancak çalışanlar olarak sancılı bir süreç yaşadık. Paralarımızı toplu olarak alamıyorduk. Bir şekilde idare ederek süreci atlatacağız umudunu taşıyorduk. Aksi halde işimizi kaybetmek hele böyle bir süreçte büyük bir riskti ve biz bu riski göze alamazdık. Tam üç yıl boyunca böyle sancılarla devam ettik çalışmaya.

ISYAN ETMEKTEN BAŞKA ÇAREMIZ YOKTU

* Peki işgal süreci nasıl başladı ve neydi sizi bu sürece zorlayan?

2004 yılı Temmuz ayındaydık. Son 6 ayda hiç kimse para alamıyordu ve isyan etmekten başka hiç bir çaremiz yoktu. 15 Temmuz günü hepimiz bir araya gelip yönetimin kapısına dayanmıştık. Aslına bakarsan o gün isteyeceğimiz şey; bize bir miktar para ayırmalarıydı! Çünkü evimizde yiyecek ekmeğimiz yoktu. Ancak yönetim bizi kapıdan kovdu. ‘İşinize gelmiyorsa’ diyerek kapıyı göstererek bize yol vermişti. Bu işi kolay bırakmayacağımızı bilmekle beraber işin içinden nasıl çıkacağımızı bilemez haldeydik. Aramızda bir arkadaşımız gidip doktor Caro ile görüşmemiz gerektiğini söyledi. Doktor Caro, 2001 krizinden sonra Arjantin’de işgal edilen fabrikaların hareketinin lideriydi. Bir şekilde kendisine ulaşıp durumu izah ettik. Doktor Caro, bize işimizin zor olduğunu söyledi, zira söz konusu olan bir fabrika değil bir hastaneydi!

Ama yine de savcıdan randevu alıp olayı bir de olduğu gibi savcıya anlatmamızı istemişti. O gün içinde birkaç tane iş arkadaşımızla birlikte iş elbiselerimizle savcı ile görüşmeye gittik ve durumu izah ettik. İşin aslı yasal olarak hiç bir dayanağımız yoktu. Çünkü Arjantin anayasasında buna izin veren herhangi bir yasa yoktu. İyi olan taraf ise bunu yasaklayan bir yasa da yoktu! Eyalet meclis kararı ile mümkün olabiliyordu. Bu süreçte bir çok eyalet milletvekili ile görüştük, onlardan destek istedik. Sonuç itibari ile Temmuz 2004 sonunda işgal sürecini resmen ilan ettik ve olaya savcılık tarafından el konuldu.

Olaydan yaklaşık 4 ay sonra yani Kasım ayında meclisin çıkardığı hastaneye özel ek bir yasa ile İsrail hastanesi resmen işçilere devredildi. Biz de kooperatifleşme sürecimizi hızla işleme koyup hastane meclisi ve yönetim konseyini seçtik. Kasım ayında yeniden hizmet vermeye başladık. Tabii bu sefer çok farklıydı.

ÖZ YÖNETIM VE DAHA ÇOK ÖZVERİ!

* Neydi farklı olan?

Bakın size hastanenin sahibi olduğumuz ilk iş gününü anlatayım. Sabahın erken saatlerinde işe başlamadan herkes bahçede bir araya geldi ve hepimiz birbirimize söz verdik. Bu bizim işimizdi. Bunu söylerken ‘benim işyerim, istediğim gibi çalışırım’ mantığından uzak olmalıydı. Daha çok çalışmak daha özverili olmak ve en iyi hizmeti sunmaya çalışmak. Farklı olan ise şuydu; Özgürlük…

* 4 ay gibi bir süre kapalıydı hastane. Bu, bir hastane için uzun süre sayılır. Yeniden başladığınızda bu kadar büyük giderleri nasıl karşıladınız? Size herhangi bir destek verildi mi devlet tarafından?

Hayır. Dışarıdan hiç kimse destek vermedi. Biz kendi içimizde para toplayarak kimi arkadaşımız evini satarak ilk zamanlarda bunu gidermeye çalıştık. Zaten kısa bir zaman sonra beklentilerimizin de üstünde hasta kabulü gerçekleştirmeye başladık ve geri dönüşümü büyük bir özveri ile yeniden sağladık.

* Hastanenin gelir ve giderleri, çalışanların maaşları vs. bütün bu aşamaları nasıl aşıyorsunuz?

Biz küçük sosyalist bir devlet gibiyiz. Eğer adilseniz, her şey o kadar basit ki! Aşılamayacak hiç bir şey yoktur. Yaptığımız tek şey giderleri gelirden çıkarıp bir miktar fon ayırıyoruz -hastaneye yeni makineler, araç ve gereçler için- geri kalanı burada çalışan herkese eşit bir şekilde dağıtılıyor. Çok az ile yetinmesini de biliyoruz ama çok şükür hayat standardımız öncekine oranla yüz kat daha iyi.
Çocuklarımızı okutabiliyoruz, evimize aş götürebiliyoruz. Bizim daha büyük şeylerde gözümüz yok! Hiç bir zaman da olmadı. Şimdi istediğimiz her şey kontrolümüzde.

* Bildiğim kadarıyla o dönem işgal hareketine katılan 3 doktordan biriydiniz. Bir doktor olarak kolayca başka bir iş bulabilir ve tüm bu sancılı süreci yaşamayabilirdiniz. Neden bunu tercih ettiniz?

Bakınız ben Guarani halkının bir neferiyim. Babamı erken yaşta kaybettim. Dedem büyüttü beni ve her zaman şunu söylerdi bana; zalimlerin en büyük düşmanı cesurlardır. Eğer bir yerde zulüm varsa orada cesur insanlar vardır ve asla onları sırt üstü bırakma! Evet söylediklerinizde haklısınız benim için iş bulmak kolaydı ama kolay seçmek dedemin deyimiyle korkakların işiydi! Sanırım bunu kendime yediremezdim.

Biz şu an burada 600 cesur insan olarak kendimize bir yol seçtik. Bunun için mücadele verdik. Ekmeğimizden etmek istedikler, buna izin vermedik. Ve şimdi onu kendimiz üretiyoruz, paylaşıyoruz ve paylaştıkça da çoğalıyoruz.

Posted in Arjantin, İşçi Hareketleri-Sendikalar | Etiketler: | Leave a Comment »

Arjantinli Öğretmen Atanıyor Ama… Aykan SEVER

Posted by lahy 08/12/2011

Aykan SEVER
Buenos aires – BİA
Türkiye’de öğretmenler atanamadığı için sokaklara döküldüğü sıralarda, Arjantinli meslektaşları de Buenos Aires sokaklarındaydı. Onlar atanmıştı ama maaşları yoksulluk sınırındaydı ve üstelik eyalet Valisi, öğretmen sendikası temsilcilerinin de içinde bulunduğu özerk komiteyi dağıtmaya çalışıyordu.

Eylül sonunda başlayan öğretmenlerin direnişi geçen hafta Perşembe (1 Aralık 2011)ciddi bir saldırıya maruz kaldı. O gün grev yapan yaklaşık üç bin öğretmen yerel parlamentonun önünde toplanmıştı. İlk saldırganlar eyalet valisi Mauricio Macri tarafından yönlendirilen tribün fanatikleriydi.

Barra bravas diye adlandırılan bu gruplar tribün müdavimleri içerisinde örgütlenen, zaman zaman para karşılığı tetikçilik yapan kişilerden oluşuyor. Yer yer Arjantin sağı barra bravaları halk hareketleri karşısında devreye sokmayı ihmal etmiyor. Bu da o örneklerden biriydi.

Mauricio Macri, federal sistemle yönetilen Arjantin’in Capital Federal diye adlandırılan başkent Buenos Aires ve çevresinin valisi, PRO adlı “liberal” eğilimli bir partiden. Macri aynı zamanda geçmişte Boca Juniors’un 12 yıl başkanlığında bulunmuş. Bu yüzden kendine tetikçi tedarik etmekte zorlanacak birisi değil.(1)

Biz o güne dönecek olursak, ilk elden barra brava saldırısında bazı öğretmenler yaralandı ancak daha sonra metropoliten polisinin(2) biber gazı eşliğinde saldırısına da uğradılar. Arjantin’de bu müdahalenin öğretmenlerin direnişini kıramayan valinin, eylemleri terörize ve provoke etmeye yönelik olduğu şeklinde yorumlar sıklıkla dile getiriliyor.

Direnişin başlangıcı

Aylardır grevler ve yürüyüşlerle süren, öğretmenler ve onların öğrencilerinin de katıldığı bu direnişin kaynağına baktığımızda karşımıza sorunlu bir eğitim sistemi çıkıyor. Öğretmen ücretleri çok düşük. Eğitime ayrılan bütçe yetersiz. Fakat Vali sorunu böyle tarif etmiyor.

Ona göre yıllardır eğitim sistemini düzenleyen 14 komiteden oluşan Juntas de Clasificasion Docente (JCD) adı verilen organizasyon sorunlu. Vali’ye sorarsanız JCD çok bürokratik.

JCD’nimn yerine kendisinin merkezde olduğu bir karar sistemi kurmak istiyor. Asıl sorunsa komitelerde sendika temsilcilerinin olması. Komiteler, terfi, hiyerarşi, kimin, hangi okulda kaç saat ders vereceği gibi işlerle meşgul bir merkezi sistem. Tabii zaman zaman bürokrasi, keyfiyet, kayırmacılık gibi şikayetlerle muhatap oluyorlar.

Bu sıkıntılı konular Macri’nin kendi iktidar alanını genişletebilmesi için manevra olanağı yaratıyor.

Macri bir sürü meselede bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler türünde “liberal” bir yaklaşım sergiliyor. Mesela şehirdeki açıktan akan kanalizasyonlar kime emanet edilmiş bilinmez. Atık suları bırakmış ki serbestçe aksın. Sivrisineklerle mücadeleyi de yarasalara devretmiş.

Ama iş çalışanlara gelince Sayın Vali’nin hemen sınıfsal refleksleri devreye giriyor. Emekçiler de onu pek sevmiyor. Duvarlar çoğu zaman Macri’yi Hitler’le eşitleyen yazı ya da resimlerle dolu.

Direnişin sınırlı da olsa bir başarısından bahsetmek gerekir. Daha önce sistemi tamamen ortadan kaldırmayı hedefleyen valilik, şimdi komite sayısını yediye düşürmeye razı. Tabii bu komitelerde sendika temsilcisinin olmasını hala istemiyor.

Biraz boş bir hayale kapılıyor. Çünkü ülkede çalışanların yüzde 90’ı sendikalı. Sendikayı dışlamak isteyen birinin ya bir yolunu bulup sendikayı satın alması ya da ithal öğretmen getirmesi zorunlu.

Arjantin futbolu gibi

Buenos Aireste’ki ilk ve orta öğretim okullarının çoğu devlete ait.(3) Buralarda çalışan öğretmenler çok düşük ücretler alıyorlar. 2400 peso (yaklaşık 400 euro) alt sınır. Bu kıdeme ve çalışma saatlerine bağlı olarak bir miktar artabiliyor.

Ücretlerin bu kadar düşük olması nedeniyle öğretmen olmak pek cazip değil. Yine de bir iş sahibi olmak büyük bir avantaj. Kimse işini kaybetmek istemiyor. Hele de bu olasılığı işçi ve sol karşıtı pozisyonu açık olan bir valinin iki dudağı arasına hapsetmeyi hiç istemiyor.

Direnişte en son gelinen noktada Kirchner hükümetinden pek ses çıkmazken, yerel parlamentodaki muhalefet öğretmenlere sahip çıktı. Öğretmen sendikası UTE ile birlikte ellerinde saldırganların medyaya yansıyan görüntüleri suç duyurusu yapmaya hazırlanıyorlar.

Valilikse “en iyi savunma hücumdur” hesabıyla, greve katılan öğretmenlerin ücretlerinden 700-1300 peso arası değişen oranlarda kesinti yaptı. Üstelik direnişçileri şiddet kullanmakla suçluyor.

Bu taktiğin bazen futbolu zevkli hale getirdiği, karşılaşmaları bol gollü yaptığı doğru olabilir. Ama bu yıl Copa America’da hem de kendi evinde, daha akıllıca oynayan takımlar karşısında çuvallayan, Arjantin ulusal takımının durumuna düşmek de var.

Vali’nin sonu da galiba böyle olacak. Vali’nin saldırganlığı, direnişçilerin meşru zemini ve toplumsal desteği karşısında ister istemez yenilgiye mahkum bir tablo çiziyor. (AS/HK)

 

(1) Geçtiğimiz pazar Boca Juniors bitime iki hafta kala Banfield’i 3-0 yenerek şampiyonluğunu ilan etti. Aynı gün Macri’nin adayı Daniel Angelici ise Boca’nın başkanlığını kazandı. Boca’nın solcu bir takım olduğu şimdilerde eski bir efsane galiba.

(2) Bütün ülkede federal polis “güvenliği” sağlarken, başkentte ayrıca son iki yıldır, metropoliten polis organizasyonu var. Bu merkezi hükümetle Valilik arasında sürtüşme konusu. Her ne kadar federal polisin yetersizliği gerekçe gösterilse de valiliğin asıl olarak kendi silahlı gücüne ihtiyaç duyduğu yollu yorumlar da var. Bunu da zaman zaman nasıl kullandığını gösteriyor.

(3) Devlet okullarının yanı sıra özel okullar ve tercerizar adı verilen Ngo tabelalı şirketlerin yönettiği okullar da var. Bu okulların giderlerinin yüzde 80’i devlet tarafından karşılanıyor. Ayrıca büyük madencilik ve petrol şirketlerinden aldıkları desteklerle onların vicdanını yıkamaya yardımcı oluyorlar. Elde edilen kazançsa herhangi bir vergiye tabi değil.

Posted in Arjantin, Makaleler | Etiketler: | Leave a Comment »

Arjantinliler Mariano için ‘Adalet nöbetinde’

Posted by lahy 30/10/2011

Buenos Aires – Demiryolu emekçilerine dayatılan sözleşmeli işçilik statüsünü protesto eyleminde dikkatleri üzerine çeken ve son olarak tartıştığı birkaç sivil tarafından kaçırılarak öldürülen 23 yaşındaki Mariano Ferreyra için ‘Adalet nöbeti’ tutuldu.

20 Ekim 2010’da, Emekçi Partisi’nin (Partido Obrero) düzenlediği, tren hattı emekçilerine dayatılan sözleşmeli işçilik statüsünü protesto eyleminin öncülerinden olan 23 yaşındaki Mariano Ferreyra, tartıştığı sivil giyimli birkaç kişi kaçırılarak, öldürülmüştü.

Arjantin polisi olayın faillerinin belli olmadığını iddia etse de, Emekçi Partisi ve tüm duyarlı Arjantin kamuoyu bu olayın failinin sendika çetesinin olduğunu belirterek, bu olayın takipçisi olacaklarını ilan etmişlerdi. Böylelikle oluşan kamuoyu baskısı nedeniyle harekete gecen savcılık, olayın faili olduğu şüphesiyle Demiryolu Sendikası Genel Sekreteri Jose Pedraza’yi ve 8 adamını sorgularının ardından tutuklayarak cezaevine yollamıştı.

Arjantin Ağır Ceza Mahkemesi dün açıkladığı kararında davanın ilk duruşmasının şubat ayında başlayacağını duyurdu. Öte yandan, Mariano’nun katledilişinin birinci yıldönümünde Emekçi Partililer ve tüm sevenleri, “Adalet için nöbetteyiz’ sloganıyla önceki gece sabaha kadar La Boca Meydanı’nda nöbet tuttular. Dün ise Ulusal Meclis önünde plaza Congreso’da binlerce Arjantinli bir araya gelerek, faillerin bir an önce yargılanmalarını ve cezalandırılmalarını istedi.

Buenos Aires’in varoşlarında dünyaya gözlerini açan Mariano Ferreyra, içine kapanık bir genç olmasına rağmen, devrimci hayatına henüz 13 yaşındayken başlamış. Mücadele içinde tanıştığı ve ‘politik anne’ diye hitap ettiği Norma Giménez, bu gün Mariano’nun arkasından gözyaşı dökerken, “Sadece militan bir yoldaşımı kaybettiğim için değil, aynı zamanda hayata sözü olan 23 yaşında bir genci yitirdiğim için ağlıyorum diyor.

O gün yaşananları anlatan arkadaşları ise, Mariano’nun eylemde en ön saflarda yer alarak, zaman zaman polisle girdiği tartışmalarla bütün dikkatleri üzerine çektiğini söylüyorlar. ANF NEWS AGENCY

Resimlerle sendika ağalarının kurbanı Mariano Ferreyra için protestolar

Arjantin: Ferreyra davasında 3.üncü tutuklama

Arjantin: Ferreyra’nın katilleri mahkemede

Arjantin: Hasta la victoria, siempre, Compañero Mariano!

Arjantin: Partido Obrero üyesi sendika bürokrasi tarafından öldürüldü;

Posted in Arjantin, Genel Haberler, İnsan Hakları | Etiketler: , , | Leave a Comment »

Arjantinli cuntacılara müebbet hapis

Posted by lahy 28/10/2011

Arjantin’de, diktatörlük döneminde insanlığa karşı işledikleri suçlar nedeniyle 12 eski deniz subayı ömür boyu hapse mahkum edildi.

Buenos Aires mahkemesinin ömür boyu hapis cezası verdiği sanıklar arasında, “sarışın ölüm meleği” olarak tanınan eski deniz subayı Alfredo Astiz de bulunuyor.

Mahkeme dört eski subaya da 18 ile 25 yıl arasında değişen hapis cezaları verdi.

Karar kurban yakınları tarafından sevinçle karşılandı.

“En azından biz onları adil bir şekilde yargıladık. Onları kendi ellerimizle yargılamamız çok farklı bir duygu. Neredeyse 30 bin kişiyi ortadan kaybettiler.”

Eski subaylar, 1976 ile 1983 arasındaki diktatörlük döneminde cunta karşıtlarının kaçırılması, eski deniz harp okulu ESMA’da işkence görmesi ve öldürülmesiyle ilgili olarak yargılanıyordu.

Bugün müze ve anıt olarak hizmet veren ESMA’da yaklaşık 5000 kişi yasa dışı olarak tutulmuş ve işkence görmüştü. Burada alıkonan cunta karşıtlarının bir bölümü “ölüm uçuşları” çerçevesinde deniz kuvvetlerine ait uçaklardan canlı canlı Rio de la Plata bölgesine atılmıştı.

Resmi rakamlara göre, Arjantin’de “Kirli Savaş” olarak bilinen 1976-1983 döneminde 9 bin kişi kaçırıldı, işkence gördü ve öldürüldü. Gerçek rakamınise 30 bine yakın olduğu tahmin ediliyor (euronews)

Posted in Arjantin, Genel Haberler, İnsan Hakları | Etiketler: | Leave a Comment »

Arjantin’de darbeci generale müebbet

Posted by lahy 04/04/2011

BUENOS AIRES – Darbe suçlarıyla yüzleşen Arjantin’de 1976-’83 yılları arasındaki askeri yönetim sırasında işkence merkezi olan gözaltı kampını yöneten General Eduardo Cabanillas ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

Başkent Buenos Aires’te görülen davada diğer üç istihbarat görevlisi de cinayet, işkence ve insanları yasa dışı şekilde hapsetme suçundan 20 ve 25 yıl hapis cezasına mahkum edildi.

Mahkeme, eski istihbarat görevlileri Honorio Martinez ve Eduardo Ruffo’yu 25’er yıl; eski askeri istihbarat yetkilisi Raul Guglielminett’yi de 20 yıl hapse mahkum etti.

Davayı ölenlerin yakınlarıyla insan hakları örgütü üyeleri de izledi. Mahkeme dışında ise ülkede askeri diktatörlük döneminde hayatını kaybedenlerin posterleri asıldı.

Makine atölyesi süsü verilmiş gizli bir hapishane ve işkence merkezi olan Automotores Orletti’de katledilen Marcelo Gelman ve Maria Claudia Garcia’nın kızı Macarena Gelman, kararın memnuniyet verici olduğunu kaydetti.

Tutuklamalar sırasında dünyaya gelen ve bir Uruguay polisi tarafından büyütülen Macarena Gelman’ın gerçek kimliği 2000 yılında ortaya çıkmıştı.

Gelman’ın babası, Automotores Orletti’ye götürüldükten sonra öldürülmüş ve cesedi çimento dolu bir silindirle nehre atılmış; annesi ise kaçırıldıktan sonra Uruguay’a götürülerek kaybedilmişti.

Aynı dönemde en az 200 solcu başkentteki Automotores Orletti adlı gizli hapishanede işkenceden geçti. Birçoğu Uruguaylı olan 200 solcunun arasında Şilililer, Bolivyalılar, Perulular ve Kübalılar da vardı.

Arjantin’de 1976 ile 1983 yılları arası “kirli savaş” diye bilinen askeri diktatörlük döneminde yaklaşık 30 bin kişi öldürüldü.

Bu insanlık suçları, Güney Amerika ülkelerinde askeri liderlerin sol gruplara karşı ABD güdümünde yürüttüğü ve “Akbaba Operasyonu” adıyla anılan eş samanlı darbelerle yapıldı. 1975’teki katliamlara Arjantin, Brezilya, Bolivya, Şili, Paraguay ve Uruguay katıldı. (ETHA)

Posted in Arjantin | Etiketler: , | Leave a Comment »

Feministler ve seks işçileri arasında tartışma

Posted by lahy 02/03/2011

Marcela Valente

BUENOS AIRES,  (IPS) – Arjantin hükümet’inin cinsel sömürüden yararlanan müsterilerin yargılanması şeklindeki önerisi, bu öneriyi destekleyen feminist örgütler ile bu öneriye karşı çıkan seks işçileri arasında hararetli bir tartışmaya yol açtı.

Adalet ve İnsan Hakları Bakanlığı’nın önerisi seks ticaretini ortadan kaldırmayı amaçlayan örgütler tarafından da destekleniyor. Bu gruplar fuhuşun bir sömürü biçimi olarak mahkum  edilmesini ve alternatif iş olanaklarının yaratılması gibi tedbirler alınmasını talep ediyorlar.

Müşterilerin soruşturmaya uğraması kavramı her ülkenin yasalarına bu maddenin konulmasını önermeyi inceleyen Birleşmiş Milletler ve Amerikan Devletleri Örgütü  (OAS) tarafından da destekleniyor.

Seks trafiği kurbanlarını kiralayan müşterileri hapse yollayarak talebin düşürülmesi amaçlanıyor.

Seks ticaretini ortadan kaldırmayı amaçlayan Kadın hakları ve İnsan hakları örgütleri bu fikri destekliyor ancak uygulanması hakkında kuşkularını belirtiyorlar.

Eşitlik İçin Kadınlar Vakfından Monique Altschul IPS’e kuruluşunun hükümetin önerisini desteklediğini ve yapılan önerinin İsveç’in seks servisleri satın alınmasına karşı yasaları ile aynı olduğunu vurguladı ve ”Uygulamak zor olacak, ancak imkansız değil ” dedi.

Bir çok feminist kuruluş üyeleri gibi Altschul’da hayat kadınlığının onurlu bir iş olmadığını ve seks trafiği sonucu meydana gelen bir cinsel sömürü ise, bunun, köleliğin modern zamanlara ait bir biçimi olduğuna inanıyor.

Altschul, ” Hayat kadınlığı insanlar aşağilanmaya ve her alış verişte ne olacağını bilmedikleri bir duruma tabii oldukları için onurlu bir iş değil..” dedi.

Bundan dolayı birçok kadın hakları grubu yalnızca seks trafiğinin kullanıcıları değil, seks için para ödeyenlerinde cezalandırılması gerektiğine inanıyorlar.

Ancak, 4.000’den fazla üyesi olan Arjantin’in Kadın hayat Kadınları Derneği (AMMAR), bu öneriye karşı ve Haziran ayında El Salvador’da düzenlenecek olan OAS Genel kurulunda seslerini duyuracaklarını söylüyor.

AMMAR Başkanı Elena Reynaga, IPS’e, Bu bizimde mahkum ettiğimiz seks trafiği ile bazı kadınlar tarafından karşılıklı bir anlaşmaya tabii olan bir şecimi birbirine karıştırıyor” dedi.

Ayrıca, ”yasak yanlısı” olan grupların kendi endişelerini dinlemediğinden şikayet etti: ”Bize saygıları yok, bizi dinlemiyorlar..Yasalar yalnızca bize zarar veriyor ve olduğumuzdan daha fazla bizi riske itiyor” dedi.

Seks ticaretini ortadan kaldırma yanlısı olan gruplar hiç bir kadının gerçekten de hayat kadınlığını seçmediğini ve de, kadınların taciz ve şiddet deneyimleri ve ortada başka bir imkan olmaması nedeniyle bu işe itildiklerini söylüyor.

Ancak Reynaga bu tartışmayı red ediyor: ” Ev hizmetçileri ve caddelerde başkalarının artıklarını toplayan kadınlar da imkanlara sahip değiller, ancak kimse onlarla ilgilenmiyor..Eğitim imkanı olmayan bir çok kadın var ve bizimde tercihler yapmamız gerekiyor” dedi.

Problem, Arjantin’de kadınların trafiği sıcaklığını koruyan bir konu olması. ABD Bakanlığı yıllık raporunda bu Güney Amerika ülkesinde her yıl insan ticaretine karşı gerekli tedbirlerin alınmadığı uyarısını yapıyor.

Seks trafiğine karşı çalışan gruplar kadınların ele geçirildiği ya da tuzağa düşürüldüğü başlıca ülkelerin Bolivya, Brezilya, Paraguay,Peru, Porto Riko ve Arjantin’in en fakir bölgesi olan Kuzey bölgesi olduğunu söylüyorlar.

Basın, sık sık merkezi Arjantin yapılan baskınlarda Paraguay veya fakir kuzey eyaletlerinden gelen kadınların yaptığı iyi bir iş vaatiyle kandırıldıkları ve cinsel sömürüye uğradıkları şeklindeki suçlamalarına yer veriyor.

Ayrıca, seks trafiğini gerçekleştiren grupların kurbanları olduğu tahmin edilen yüzlerce kayıp genç kız ve kadın vardır.

2008 yılında Kongre seks trafiğini engellemek ve kriminalize etmek için bir yasa çıkardı. Ancak yasa bir dizi hataya sahip ve BM kadın ve çocuklar özel rapörtörü Joy Ngozi Ezeilo, ”acil” olarak yasanın yeniden düzenlenmesi çağrısı yaptı.
………………..
………………..

Reynaga ayrıca yasaların seks işçilerini rahatsız etmek için kullanıldığını söyledi: “Polis bizi gözaltına alıp yargıya sevk ediyor ve ve bizim müşterilerimizi onlara rüşvet ödemeye zorluyor”dedi.

Ayrıca müsterilerin kendi istekleri ile bu işe yapan seks işçileri ile şebekelerin kurbanı olan kadınları ayırabileceği kavramına karşı çıkarak ” müşterilerin kadınlara ne soracağını umuyorlar” diye sordu.

” Problem yolsuzluktur….bunun bir sonucu olarak şebekeler mantar gibi yayılıyorlar. Polisin elinde kullanmadıkları ya da bize karşı kullandıkları araçlar vardır” dedi.

(Kısaltılmış çeviri)

Posted in Arjantin, Genel Haberler, Kadın Hakları ve Hareketleri | Etiketler: , , | 1 Comment »

Kayıp Annelerinin Başkanı Hebe de Bonafini ile söyleşi-Amy Goodman

Posted by lahy 16/01/2011

Democracynow.org sitesinde AMY GOODMAN’ın Arjantin’de Kayıp Anneleri Derneği Başkanı Hebe de Bonafini ile yaptığı söyleşinin birinci bölümü.:

AMY GOODMAN:İsminizi, ait olduğunuz kuruluşu ve burada, Arjantin de ne yapmaya çalıştığınızı söyleyerek konuşmaya başlarmısınız?

HEBE DE BONAFINI: Benim adım Hebe. Annelerin başkanıyım. Avukatlarımızın takip ettiği davalardan ayrı olarak, bizim Arjantin’de yapmaya çalıştığımız çocuklarımızın hayalini kurduğu ülkeyi kurmaktır, bunun için, evler ve okullar inşa etmek ve mahrum kalmış yerleri yaşanabilir kılmak, dışlanmış olanlara, – iki üç kuşaktır hiç çalışmamış, karton kutularda veya hırsızlık yaparak yaşayanlara- iş sağlamak için çalışıyoruz. Köylere (gecekondular) gidip onlara eğitim veriyoruz ve onlar kendi evlerini inşa ediyorlar. Ancak kendilerini eğitme, ilk ve orta okulu bitirme zorunlulukları da var. Aç olanları doyurmak için yemek sağlama yerlerimiz, ve de ev inşası için eğitim yerimiz sağlık kilinik ve hastahanelerde var. Çöplüklerde yaşıyorlardı – ve biz yaşanabilir yerler inşa ettik, benim yaşadığım yerden daha güzel olan yerler ve onlara evleri dayayıp döşeyip veriyoruz.

AMY GOODMAN: Bize kendi kişisel hikayen hakkında konuşumusun? Mayo meydanı Annelerini nasıl kurdunuz?

HEBE DE BONAFINI: Genelde kendi kişisel hikayelerimiz hakkında konuşmuyoruz, çünkü yalnızca kendi deneyimim hakkında konuşmak adaletsiz olacaktır, benim biraz kendi hakkımda konuşmam diğer annelerin kendi hikayelerini anlatamaması demek olacaktır. Ancak hikayelerimiz birbirne çok benziyor.  Bazılarımız bir , iki ya da üç çocuk kaybettiler; bana gelince kayıplarımın sayısı üç. Birini yoldan kaçırdılar, birini evden aldılar ve diğeri de sendika da toplantıdan alındı. Bu gibi yerler, üniversiteler kaçırma olaylarını gerçekleştirdikleri ana yerlerdi..

AMY GOODMAN: Onlar kız ve oğullarınızmıydı?

HEBE DE BONAFINI: İki oğlan ve bir kız. Ve oğullarımından birinin karısı, evimde yaşadığı için kızım gibiydi. Bir buçuk yıl içinde üçünü de aldılar.

AMY GOODMAN: 1977?

HEBE DE BONAFINI: 1977, ’77, iki ve ’78’de bir. 1978’de Dünya Futbol Turnuvası vardı, diğerini aldılar. İlk oğlumu aldıkları andan itibaren durmadım. O zaman Annelerin örgütü yoktu ve biz sokaklarda onları arıyorduk. Anneler olarak 30 Nisan 1977’de kuruluşumuzu yaptık.  Ve o andan ve o günden beri meydana gitmediğimiz tek bir gün bile olmadı.

AMY GOODMAN: Ve kızın, oğlun ve gelinin hakkında bir bilgiye ulaşabildin mi?

HEBE DE BONAFINI: Bazı anneler toplama kamplarından çıkanlardan  bilgi edinebildi ve bazılarımız aramalarında çok daha ısrarlı idi. Ve biz toplama kamplarından çıkanlarla konuştuk. Onlar dışarı çıktıklarında, ”Evet orda biri vardı ve şimdi o kişi Ensenada şehrinde” gibi şeyler söylüyorlardı, böylece bizde oraya gidip araştırıyorduk.  Ve böylece bizi terörize edilmiş herhangi bir kimseye ulaştıracak her izi takip ediyorduk..Sık sık toplama kamplarında öylesine terörize edilmiş olarak çıkıyorlardı ki, konuşmak falan istemiyorlardı.

Ve böylece, en büyük oğlumun ilk olarak comisaría’ya,  clinica polis istasyonuna götürüldüğünü öğrendim. Varır varmaz 20 gün durmaksızın işkence gördüğünü öğrendim. Bunu polis istasyonundan çıkan birinden öğrendim.  Comisaría,  polis istasyonuna gitmeyi denedim, ve oraya gidip benim oğlum burada diye bağırdım. Ve beni orada dövüp sokağa attılar.

AMY GOODMAN: Oğlunun ismi neydi?

HEBE DE BONAFINI: Jorge. Hep yaptıkları gibi oğlumu değişik toplama kamplarına götürdüler. En küçük oğlumu en La Cacha isimli en büyük toplama kampına  götürdüler.

AMY GOODMAN: Adı neydi?

HEBE DE BONAFINI: Raúl. Ve yerin adı La Cachavacha idi ve  Raúl oradaki çocuklardan biri idi. Onu bir çok kişinin olduğu bir sendika toplantısından aldılar. Ve büyük oğlumun karısını bir şekerçi dükkanından alıp götürdüler.

AMY GOODMAN: Adı neydi?

HEBE DE BONAFINI: María Elena.  Ezeiza kasabası yakınlarındaki Puente Doce, the 12.inci Köprü toplama kampına götürüldü. Çok güzel, genç bir kadın idi. Orada bulunan kayıplara yiyecek hazırlamasını emrettiler, bunu yapmalarının nedeni aralarında ayrılıklar yaratmak idi. O yiyecek hazırlamayı red etti ve onu hemen orada vurdular. Kurşunladılar.

AMY GOODMAN: Yiyecek hazırlamayı mı red etti?

HEBE DE BONAFINI: Yiyecek hazırlamayı red etti ve bundan dolayı öldürüldü, La Cacha’da ki bütün çocuklarımız, gençleri açlıktan ölüme mahkum ettiler. Onlara su ya da yiyecek vermeyip ölüme terk ettiler. Böylece hiç kimse orası hakkında konuşamayacak idi, orayı canlı olarak terk etmiş bir tek kişi bile yok.

ESMA, gibi bazı kamplarda şahitler olduğu için bir çok yargılama yapıldı, bir çok tanık  ESMA’dan çıktı. Ancak hiç bir tanığın olmadığı diğer yerlerde herkesi öldürdüler.

Annelerin üç tanesi de kaçırıldı, en fazla bilgiye sahip üç kadındılar.1977 sonunda annelerin ilk kaçırılması gerçekleştirildi.

AMY GOODMAN: Plaza de Mayo’da yürüyen annelerden?

HEBE DE BONAFINI: Evet. Azucena, Maria ve Esther üç kadındılar. Azucena Villaflor Peroncu hareket içinde çok aktif idi. Maria Ponce Üçüncü Dünya Kilisesi ile çalışıyordu. Ve Esther biokimyacıydı ve aktif idi ve Paraguaylıydı, Paraguay’da ki Stroessner diktatörlüğünden kaçmıştı. Onları, Annelerin sayısı 200’e çıktığı günlerde 8 ve 10 Aralık 1977 günleri arasında kaçırdılar.

Ve böylece yeni bir başlangıç yapmak zorunda kaldık. Hiç kimse meydana geri dönmek istemedi. Bir iki tanemiz annelerin evlerine gidip, ” Oğul ve kızlarımızı kayıp ettiler ve şimdide Anneler kayıp edildi. Ve şimdi birşeyler yapmamız lazım, şehitliği kabul edip oturamayız” diyorduk. Şehit olmak, çünkü bize herşeyi yaptılar. Ancak biz annelerin örgütünü kurmayı başardık ve önemli bir şekilde büyüdük ve şimdi herşeyi yaptığımız için büyük bir örgüt haline geldik.

Şimdi çok radikal bir pozisyona sahibiz. Sosyal bir annelik anlayışımız var, çünkü bütün annelerin çocukları toptan kayıp olmadı.Ve böylece yalnızca bazı anneler için taleplerde bulunup diğerleri için bulunmamanın adaletsizlik olacağını düşündük Ve böylece herkes için taleplerde bulunmaya karar verdik. Başörtülerimizde yalnızca bir çocuğun  ismi yazılı değil. Ve de bireysel mücadele olarak tanımlanacak herşeyi red ettik, çünkü adalet ile onarılması gerekenler para ile onarılmaz. Cesetlerin çıkarılması talep etmedik, çünkü ilk olarak bir devrimci hiçbir zaman bir ölü ya da bir torbanın içindeki kemikler değildir ve diğer söylenmesi gereken de, hiç kimse hiçbir zaman ortaya çıkıp, ” Evet onları ben öldürdüm” demedi. Böylece eğer onlar kabullenmiyorlarsa biz neden (tazminatı) kabul edecek idik?

AMY GOODMAN: Diğer anneler kaçırıldığı zaman devam etme gücünü nereden aldınız?

HEBE DE BONAFINI: Büyük bir sorumluluk idi. Birlikte protesto etmeye, çalışmaya başladık,verdiğimiz söz çocuklarımız için çalışmayı hiç bir zaman bırakmamak – ilk olarak onları yaşarken bulmak ve sonra da adalet için uğraşmak ve sonra da onların gittiği yolda ilerlemek, onların uğruna yaşamlarını verdikleri yapılması gerekenleri yapmak idi.

AMY GOODMAN: Adli Tıp projesı hakkında konuşurmusunuz?

HEBE DE BONAFINI: Hayır, bu bizimle ilgili bir proje değildir çünkü annelerden daha çok baba/anneannelere aittir. Nineler meydana gitmiyorlar. Onların görevi- torunlarını ya da onların kemiklerini bulmaya çalışıyorlar. Daha önce söylediğim gibi bu bizim işimiz değil. Hali hazırda onların hepsini bulamayacağımızı biliyoruz. Hiçbir zaman çocuklarımı bir torbaya konmuş kemikler olarak düşünemem. Hayatlarını inançları için feda ettiler, bu büyük bir şeydir, ve böylece kendimizi Batılı ya da Hristiyan cenaze törenleriyle ya da DNA için bir damla kan ile durduramayız. Bizim varlık sebebimiz bu değildir.

AMY GOODMAN: Hebe kullanadığınız beyaz başörtüleri hakkında bilgi verirmisiin?

HEBE DE BONAFINI:Bütün anneler biraraya geldiği zaman 200 kişi kadardık. 14 anne çivarında başladık, sonra da sayımız 200’ü geçti. 1977 Ekim ayının ortalarında, Maria günü,burada bir kamu gösterisi yapıp ve bunu bir ibadet yerinde gerçekleştiriyorlardı. Ve gençler, bir çok genç oraya gidiyordu. Anneler olarak gitmeye karar verdik, ancak o zaman birbirmizi tanımıyorduk. Hepimiz Beba, Pipa, Chola gibi takma isimer kullandık. Birbirimizin gerçek isimlerini bile bilmiyorduk. özellikle yaptığımız bir şey değildi. 70 km yürüdükten sonra kendimizi gece karanlığında tanımak için ”neden bir başörtüsü takmıyoruz” dedik. Bu annelerden birinin önerisi idi çünkü o zamanlarda heniz kağıt ürünleri yoktu. Böylece ilk başörtüsü bir mendilden yapıldı. Sonra biz ismi başörtüsüne yazdık ve sosyal ilişkiler kurduk ve sonra bütün isimleri koyduk. Ve bu bizi bütün dünyada tanıtan işaret haline geldi.Sanki çoçuklaırmızın bize sarılmaları idi. Bizi ölüm ile özdeşleştirmelerini istemiyoruz. Bizi yalnızca yaşamla özdeşleştirmelerini istiyoruz.

Adına ESMA (eski gözaltı merkezi-toplma kampı) denilen yer, müze değilde sanat okulu haline geldi. Ona yeni bir isim verdik: Ecune, manası çocuklar için bir kültür alanı olmasıdır. Şimdi, orada bir oyun sergilenecek, bu çok güzel bir şeydir. Emekliler, çoçuklar herkes oraya gidiyor. Orası bir ölüm yeri idi, biz yaşamın simgesi haline getirdik ve oraya yaşam verdik. Başkan Néstor Kirchner’den Denizcilik okulunu istedik, orayı istedik. İşkençe ve infazlar için eğitimi orada verdiler. Ve şimdi orada, o aynı yerde, insanları mutlu yapmak için yaşam öğretimi sunuyoruz.

AMY GOODMAN: Ya Mayo meydanında taşıdığınız resimler?

HEBE DE BONAFINI: Artık o resimleri taşımıyoruz. Burada bir resim var- taşıdığımız bütün resimlerin birlikte kolajı. Bu resimleri kullanıp bir piramit haline getiriyorduk. Yaptığımız piramiti üzerinde isim olmayan resimlerle kaplıyorduk. Ve şimdi onların hepsini, çocuklarımızı ve şimdiden sontra devrimcilerin potrelerinin galerisi olarak kullandığımız kültür binasına götürdük. Oldukça, oldukça etkileyici ve onların orada olması güçlü bir semböldür.

AMY GOODMAN: Ve neden özellikle Mayo meydanında yürüyüş yaptınız?

HEBE DE BONAFINI: Çünkü hükümet binalarının önündeki meydandır. ve oraya gitmek için bir çaba gerekiyordu. Aynı Beyaz Saray gibi. Ve oraya gitmek her zaman zor idi.

AMY GOODMAN: Hebe, şu anda yürütülen mahkemelerin önemi hakkında ne söylemek istiyorsunuz?

HEBE DE BONAFINI: Delillere sahip olduğumuz toplama kampları hakkında yürütülen davalara katılıyoruz. Başarılı bir avukat grubumuz var ve onlar bu davalara bakıyorlar. Ancak on yıl kadar önce, nasıl hatırlanmamız gerektiği hakkında bir öneri sunduk, çünkü hepimiz yaşlanıyoruz, yaşlarımız 80-96 arasındadır. ve böylece kendimize nasıl hatırlanmak istediğimizi sormaya başladık. Adalet için askerlerle mücadele eden anneler mi ? Ya da çocuklarımızın aynen savaştığı gibi yeni bir ülke için inişa edebilecek anneler olarak mı? Böylece yaşamımızın bu aşamasında – bir askeri yetkiliyi hapse koymak mı yoksa bir çocuğun yiyecek ve eve sahip olması, ve belkide sağlık servisleri sahip okuyan biri olması mı önemliidr?

Biz çocukların mutluluğunu seçtik, bundan dolayı Paylaşılan Rüyalar adını verdiğimiz konut projesini kurduk ve gayet güzel evler inşa ettik. Ve bunun nedeni çok fakirler için inşa edilen acil köyleri ortadan kaldırmak idi. İnsanların çöplüklerde yaşadığını ve üç ay sonra da kadın ve erkek birlikte çalıştığını, evler inşa ettiğini, yeniden bu ülkenin vatandaşları olarak kendilerini hissetmelerini görmek çok duygulandırıcı idi. Onlara, bir iş sağlamak için, daha önce yaşamlarını nasıl kazandıklarını bile sormadık. Tek başına bir iş imkanı bile onların yaşamlarını değiştiriyor. Uyuşturucu ve alkolü bir tarafa bıraktılar ve bu, derin ve nefes kesici bir dönüşüm idi.

AMY GOODMAN: ”Niçin geriye bakıyorsunuz? ileriye bakın, bunlar tarih oldu”, diyenlere ne diyorsunuz

HEBE DE BONAFINI: Gerçekte eğer tarihi yoksa bir ülke inşa edemezsiniz. Geriye bakıp bundan dolayı paralize olmuyoruz. Bu yalnızca bir hatırlama sorunu da değildir. Hatıraların üretici olmasına ve birşeyler inşa etmeye yaraması gerçekliğine dikkat çekiyoruz. Bunun için ileriye bakıp mücadeleye karar verdik, böylece insanlar hakları olan şeylere sahip olsunlar dedik. Biz bunu yapabildik çünkü Başkan Kirchner bizle bir sözleşme imzalayıp önerilerimizi kabul etti, çünkü bizim bir paramız yok idi. Bize saygı duydukları için itibarımız var, çünkü biz çalıp çırpmayız. Ve bu yılın sonunda(2010) inşa ettiğimiz evlerin sayısı 10.000’e ulaşacaktır. Bizim için büyük bir başarıdır, büyük bir rakam.

Birinci Bölümün Sonu
Çeviri: Erol Yesilyurt /Lahy

İkinci Bölüm:

HEBE DE BONAFINI:”Kayıpların hepsi benim çocuklarım. Şimdi 30.000 çocuğum var.”


Arjantin: Kayıp tutukluların kızına el koyan iki sanığa 10 yıl hapis cezası

Arjantin’de kayıp anneleri: Ümit ve insan haklarının yaşayan mirası

Victor Jara’nın katillerine 37 yıl sonra mahkeme yolu

Arjantin:Diktatör Videla ve 31 askeri cunta görevlisine müebbet hapis cezası verildi


Posted in Arjantin, İnsan Hakları | Etiketler: , , | 1 Comment »

Arjantin’de İsyan, işçilerin yönettiği fabrikalar ve sosyal hareketler-Amy Goodman

Posted by lahy 09/01/2011

Democracynow.org medya sitesinde Amy Goodman’ın Arjantin’i ziyareti sırasında hazırladığı programlardan ilkinin tercümesi:

AMY GOODMAN: Buenos Aires, Arjantin’de yoldayız. Dün buraya geldiğimizde ilk durağımız kayıp annelerinin her perşembe günü kaybolan çocuk ve torunlarının resimlerini tutarak yürüdükleri  Mayo meydanı idi. 1983’de sona eren askeri diktatörlük döneminde 30.000 kişi kayıp oldu.

İki hafta önce burada binlerce kişi toplanıp vefat eden eski Arjantin başkanı Néstor Kirchner’i andı. Tahrip edici finansal buharlaşmadan çıkmak için mücadele yılları olan 2003-2007 arasında Arjantin’in başkanı idi. Eşi Cristina Kirchner, günümüzdeki Arjantin devlet başkanıdır. Bugün Kuzey Kore’de yapılan G-20 zirvesine katılıyor- bir grup finansmancı Wall Street Journal‘a bir ilan verip Arjantin’in G_20’den atılmasını istedi.

2001’de  Arjantin 95 milyar dolar miktarındaki borçunu ödeyemeyeceğini ilan etti. Bunu takip eden iki yılda rekor sayıda protestolar ve sosyal altüst oluşlar yaşandı, ve işsizlik en yüksek seviyeye tırmandı. Mayıs 2003’de iktidara gelir gelmez Néstor Kirchner, IMF’ye alacaklılara borç verdikleri her dolara karşı 35 cent ödeyeceklerini bildirdi. IMF, Arjantin’in borcunu yeniden düzenledi.

Néstor Kirchner ayrıca adalet sistemi ve ordu’yu reforme ederek  askeri diktatörlük döneminde işkençe ve hak ihlalleri dolayısıyla suçlananların yargılanmasının önünü açtı. …bu davalar hakkında daha sonra konuşacağız önce 2001’de ki dev sokak gösterilerinden sonra gerçekleşen ekonomik değişim hakkında konuşalım.

Burada,Buenos Aires”de Ezequiel Adamovsky ile birlikteyiz. Kendisi Buenos Aires üniversitesinde tarih hocasıdır. Aralık 2001 protestolarından sonra mahalle meclislerinde ki  öğrenci hareketine katılmiş idi.

Democracy Now!’a hoş geldiniz, Profesör Adamovsky, Ezequiel…..Arjantin’de olanları politik ve geopolitik bir çerceve içinde açıklayın.

EZEQUIEL ADAMOVSKY: Dİkkate alınması gereken en önemli nokta Arjantin’İn 1990’lı yıllarda neoliberal başkalaşımın gerçekleştirildiği en aşırı örnek olmasıdır. O zaman en radikal programa sahiptik, bu devasa bir işsizliğe, nufüsün yarıdan fazlasının fakirleşmesine yol açtı ve son olarak, 2001’de bütün ekonomik sistem çöktü.  Aynı zamanda politik sistem bir itibar krizi içinde idi. Bütün partiler aynı neoliberal tedbirleri önerdiği için halk bütün politikacılara olan inançını kayıp etti. Böylece- 2001’de—halkın büyük çoğunluğunun neoliberal tedbirleri red ettiği ve ülkenin nasıl yönetileceği konusunda kurulu partilerin hiç birini politik bir alternatif olarak görmediği bir duruma sahiptik.

İşte bu anda isyan gerçekleşti. İsyan, temelde, kemer sıkma tedbirlerinin reddi ve ayrıca, politik sistemiin reddi anlamına geliyordu. Ayaklanmanın ana sloganı ”Hepsi birden çekip gitsinler”  idi, anlamı bütün politikacıların politik sahneden çekilmesi idi. O ana kadar politik bir alternatif yoktu. Ancak isyanın en ilgi çekici yönü tam da o sırada, büyük sosyal hareketler politik temsilin yeni biçimlerini, yeni politik sloganlar ve programları denemeye başladı. Ve sözünü ettiğiniz Néstor Kirchner’in 2003’de iktidara geldikten sonra uyguladığı kararlar isyanın dile getirdiği tedbirler idi. Örneğin Yüksek Mahkeme’nin yenilenmesi 2001’de bu devasa sosyal hareketin taleplerinden biri idi.

AMY GOODMAN: Yüksek Mahkeme’nin yenilenmesinden kastınız nedir?

EZEQUIEL ADAMOVSKY: Açıklayayım—1990’lı yıllarda ki son derece büyük yolsuzluklara karışan Yüksek mahkeme üyelerini şu anda sahip olduğumuz saygı gören hakimlerle değiştiren Néstor Kirchner oldu. Bu 2001’de ki isyanın ana taleplerinden biri idi.

AMY GOODMAN: Nasıl katıldınız? 2001’de sokaklarda ki ayaklanma’da sokaklarda ne kadar insan vardı? Biliyorum bir çok kişi vardı, orta sınıf sokakta idi, öğrencilerde öyle , bankaların camlarını kırıyorlardı.

EZEQUIEL ADAMOVSKY: Doğru. Tam olarak kaç kişinin katıldığını söylemek mümkün değil. Ancak 2001 Aralık isyanında, Buenos Aires ve diğer şehirlerde milyonlarca insan sokakta idi. Orta sınıf idi ancak varoşlarda ki daha aşağı düzeydeki sınıflarda oradaydı. Neoliberal tedbirlere karşı orta sınıf ve daha alttaki sınıfların birleştiği özel bir dönemdi.

AMY GOODMAN: Bir çok kitap yazdınız, Bunlardan biri ”Yeni başlayanlar için anti-kapitalizm: Yeni kuşak özgürlükçü hareketler.” Söylemek istediğiniz nedir?

EZEQUIEL ADAMOVSKY: Bu kitap geniş bir kitleye sosyal hareketlerin o dönemde, Arjantin’de tartıştıkları fikirleri aktarmak içindi.  Her türlü fikri tartıştığımızı biliyorduk fakat bu fikirleri daha geniş kitlelere yaymak için araçlara sahip değildik.  Temel fikrimiz yeni bir şekle sahip- yeni anti kapitalist hareketlerin- doğumunu izlediğimiz şeklindeydi, yeni anti kapitalist hareket geçmişten farklı ancak aynı zamanda bu geçmiş geleneklerin mirasçısıydı, aynı zamanda yeni fikirleri hayata geçiriyor ve geçmişin hareketlerinin ulaştığından daha iyi sonuçlar elde etmeyi deniyorduk.

AMY GOODMAN: Ezequiel Adamovsky, ilgimi çekti, son kitabınızın ismi Orta Sınıfların Tarihi, ve burada, orta sınıf mevcutiyetini sürdürken ekonomik baskılar ve  ekonomik kriz nedeniyle ABD’de orta sınıflar hakkında bir dizi tartışma var. Ancak neden orta sınıfların tarihi üzeribe bir kitap yazdınız? Arjantin’de nasıl bir değişim yaşandı?

EZEQUIEL ADAMOVSKY: En azından orta sınıfın bir kısmı ile daha alt sınıflar arasında bir dayanışma olmaksızın derin bir sosyal değişme yaşanamaz. Kapitalist politik sistemin bu iki sınıfı değişik alanlara ayırdığını düşündüğüm için, politik olarak, en önemli görevimizin orta sınıfın bir bölümü ile alt sınıfları  yeni bir çeşit dayanışma ağı ve ilişkiler içinde birleştirmek olduğuna inanıyorum.

Arjantin’de orta sınıf 90’lı yıllarda yoksullaştı. kendisine ”yeni yoksullar’ denen yeni bir olgu vardı, bu kesim, eskiden orta sınıfa dahil olup da sonradan yoksullaşan kesim idi. Ve bu süreç,.., kimlik bakış açısından yoksullaşan orta sınıf ve alt sınıfın bir kimlikte buluştular. Ve tarihsel olarak bu iki grup arasında büyük bir uçurum vardı, orta sınıf genelde fakir sınıflar ile herhangi bir ilişkiden kaçınırdı. Ancak bu 90’lı yıllarda biraz değişti.  Ve bazı bakımlardan, 2001 ayaklanması bundan dolayı meydan geldi.

AMY GOODMAN: 2001 ekonomik krizinin önemli sonuçlarından biri işçiler sahipleri tarafından terk edilen fabrikalara el koymaya başlaması idi. Latin Amerika’nın en varlıklı orta sınıfı kendisini birdenbire devasa bir işsizlik ve terk edilmiş fabrikalarla dolu hayalet bir şehirde buldu.  Bundan sonra olanlar tanınmış yazar Naomi Klein ve Avi Lewis’ın yaptığı   The Take belgeselinde anlatılıyor. Buenos Aires banliyölerinden birinde, 30 işsiz oto parçaları işçisi, üretimi durdurmuş olan fabrikaya gelerek orada kalmaya başladı ve fabrikayı terk etmeyi red etti. Bütün istedikleri, sessizliğe boğulan makinelerı yeniden çalıştırmak idi..

The take belgeselinden:

”AVI LEWIS: İşçi kontrolünde iki yıldan sonra Zanon çini Fabrikası bu yeni hareketin dedesi oldu. Bugün fabrika 300 işçi ile üretimini sürdürüyor. Kararlar meclislerde alınıyor; bir işçi bir oy. Herkes aynı maaşı alıyor.

NAOMI KLEIN: Her zaman böyle değildi. Bir kaç yıl önce fabrika sahibi kazanç sağlamadığı gerekçesi ile fabrikayı kapatmak istedi.  İşçiler bu kaderi kabul etmedi. Şirketin topluma büyük borçları olduğunu ve sahip olduğu kamusal borçlar ve sübvansiyonler nedeniyle fabrikanın artık herkesin malı olduğunu söylediler.  Başkan Menem yıllarında, Zanon fabrikası korporasyon refahı için milyonlarca doları bulan yardımlar aldı, ve şirket sahipleri yine de büyük borçlara sahiptiler. Şimdi işçiler fabrikayı yeniden üretime soktuğu için geri geldi.

Fabrikanızı  geri mi alacaksınız?

LUIS ZANON:Geri alacağım.

NAOMI KLEIN: Bunu nasıl başaracaksınız?

LUIS ZANON:Hükümet bana geri verecektir.Hükümet bana geri verecektir.

AVI LEWIS: Bunun anlamı işçiler hiçbir zaman rahat olmayacaklar. Fabrika da polisin saldırı ihtimaline karşı ellerinde sapanlarla 24 saat nöbet tutuyorlar.

NAOMI KLEIN: Otoriteye karşı verdikleri, savaş sonucu Arjantin’in en büyük rock gruplarından biri onların destekleyicisi oldu: Bersuit şimdi şehirde ve konserlerini Zanon işçileirne ithaf ettiler.

BERSUIT ÜYESİ: Zanon’da ki erkeklerin yaptığı polise karşı yalnızca taşlar atarak dövüşmek oldu, çocukluğumuzda elimizde sapanlar vardı,bizde bunları kullanırdık, onlar fabrikaya el koydular.

AVI LEWIS: Ancak ana caddeyi yürürken fark ettiğimiz gibi Zanon’un gerçek silahı toplumun onlara verdiği destektir.

NAOMI KLEIN:İşçi yönetimi altındaki Zanon fabrikası hakkında ne düşünüyorsunuz?

ERKEK MÜŞTERİ:Eski patronlarını zamanında olduğundan daha iyi çalışıyor, çünkü en azından insanlar çaışıyor. Çini karolar daha ucuz  ve fabrikanın geleceği sahiplerinin elinde olduğundan daha iyidir. Bütün yaptıkları devletten subvansiyon almaktı ve parayı kendileri için harcadılar.

KADIN MÜSTERİ: Toplumun onları yüzdeyüz desteklediğini biliyorum, çünkü onlar ne çalıyorlar ne de kimseyi öldürüyorlar. Tam tersine ailelerini doyurmak için çalışıyorlar.

BERBER:İşçilerin elinde olması gereken bir çok fabrika var. Ancak politik olarak bunun uygun olmadığı görülüyor. Asıl problem budur.

Kitle: Ve şimdi üretimi, biz yaptığımıza göre, Bay Zanon buradan çek git.

NAOMI KLEIN:İşçilerin sloganı, ” Zanon, halkındır” hakkında ne düşünüyorsunuz?

LUIS ZANON:Ne söyleyebilirim?  Doğru değil. Halka ait değildir. Yatırımı ben yaptım, bütün iş benimdi. Herşeyi ben yaptım. Halkın olamaz.

AVI LEWIS: 90 milyon değeri olan bir fabrikanın önündesiniz, sen ve arkadaşların bu fabrikaya kendi çıkarlarınız için el koydunuz. Bunun için bir tanımımız var: hırsızlık deniyor.

RAUL GODOY: Başka bir tanımlama daha var:”kamulaştırma.” Ve bizim yapmaya çalıştığımız budur.

NAOMI KLEIN:Zanon işçileri fabrikanın kesin olarak kamulaştırılması taleplerini destekleyen binlerce imza topladı. Yerel hastahane ve okullara çiniler bağışladılar.

AVI LEWIS: Ve Zanon’un toplum desteğini kazanması faydalı oldu. İşçilerin fabrikaya el koymasından bu yana 6 değişik boşaltma  kararına karşı savaştılar. Her seferinde binlerce destekçi fabrikaya koşup geldiler, savunma organize ettiler ve vucutlarını makineler ile polis arasına koymaya hazırdılar.Her seferinde yargının temsilcileri geri çekildiler, fabrikayı işçi kontrolünde bıraktılar. Ve şimdi Zanon gerçekten de halkın malıdır.”

AMY GOODMAN: Avi Lewis ve Naomi Klein’in işgal altındaki fabrikalar belgeseli The Take’den bir alıntı yaptık. Profesör Ezequiel Adamovsky, görüşmemize son vermeden, fabrikalara işçiler tarafından el konulmasnın önemi, ve de bunu daha önce olanlar, yaklaşık 30.000 kişinin kaybına yol açan diktatörlük bağlamında ele alırmısınız?

EZEQUIEL ADAMOVSKY: Evet, 1976’dan sonra sahip olduğumuz diktatörlük ilk defa olarak  Arjantin’de neoliberal programı uygulamaya soktu. Ve bunun bir sonucu olarak Arjantin ekonomisinde sanayi sektörünün şiddetli bir şekilde rolü küçüldü. 90’lı yıllar boyunca binlerce şirket ülkenin bir uçundan diğerine kapandı. Ve  işgal altındaki fabrikalar hareketinin işçilerin işlerini savunmaları sonucu başladığını görmek gereklidir. Ancak bundan bir süre sonra fabrikaların işçilerin kendileri tarafından işletilebileceğini, gerçekte işadamlarından daha iyi olduklarını ispata başladılar. Arjantin’de  2002 ve 2003’de halihazırda, işçiler tarafından yönetilen ve halen işçilerin kontrolü altında olan  Latin Amerika’da ki en büyük çini fabrikası da dahil, 200’den fazla işgal altında fabrika vardı.    Bu firmaların çoğunluğu halen başarılı bir şekilde çalışıyor. Birisi yalnızca 200 örnek diyebilir. Ancak bu 200 örnek neoliberalizme karşı alternatifler olduğunu ispat konusunda büyük bir öneme sahiptir ve bu alternatifler, politkacılar ve elitler tarafından değil de, bizzat halkın kendisi tarafından test edilerek uygulandılar.

AMY GOODMAN: Ezequiel Adamovsky, bizimle görüşmenizden dolayı teşekkür ediyoruz. Buenos Aires Üniversitesinde profesördür ve en son yayınlanan kitabı: The History of the Middle Class.  Burası Democracy Now!, democracynow.org,  Savaş ve Barış raporu.

Çeviri: Erol Yeşilyurt

Posted in Arjantin, Söyleşi ve Görüşmeler | Etiketler: , , , , , | Leave a Comment »

Wikileaks ve Latin Amerika: Aynı Eski Buyurgan ABD Diplomatları–N.Kozloff

Posted by lahy 09/01/2011

Nikolas Kozloff

Wikileaks belge ifşa ettikçe, kamuoyu ABD diplomatları ve onların yurtdışındaki operasyonları hakkında yakından bir görüş kazanıyor. Ben, şimdiye kadarki gizli belgelerin, geçtiğimiz yıllarda Washington görevlilerinin dikkatini celbetmiş bir bölge olan Latin Amerika ile ilgili kısmıyla özellikle ilgileniyorum. Aynı yolda ilerleyen sonraki Obama yönetimi bir yana, Bush yönetiminin Güney Amerika’daki solcu rejimler “Pembe Dalga”sını izole etme arzusunda olduğu kesinlikle sır değilken, Wikileaks belgeleri bize, ABD’li diplomatların günlük işlerini nasıl bir zihniyetle yürüttüklerine ilişkin bazı ilginç fikirler veriyor.

Belirtmeye gerek yok ki, ortaya çıkan tablo pek de iç açıcı değil.

Örneğin; ABD elçisi John Danilovich ile Brezilyalı General Jorge Armando Felix arasındaki yüksek düzey bir görüşmenin ayrıntılarını içeren, Brezilya’daki ABD Elçiliği’nin 2005 tarihli bir kriptosunu ele alalım. Uzun bir iş geçmişine sahip olan Danilovich, 20 yılını Londra’da gemi sanayinde geçirmiş ve George Bush ve babası için kampanya yürütmüş biri. Her zaman Cumhuriyetçi Parti’nin büyük bir bağışçısı olan Danilovich, özellikle de Güney Amerika’daki sol dalgaya muhalefeti ile Brezilya’daki görevinde sadakatini kanıtladı.

2005′te, Hugo Chávez siyasi gücünün zirvesindeydi ve tüm bölgede antipati toplamış Bush rejimine meydan okuyordu. O arada Washington, Bolivya’da eski bir koka çiftçisi olan Evo Morales’in başkanlık seçimini kazanmasından endişeleniyordu. Washington için, Brezilya hayati jeopolitik öneme sahip bir ülke haline gelmişti: Başkan Lula, komşu Venezüella’ya destek vermekten vazgeçirilebilirse, ABD bölgedeki sol yükselişi alt etme konusunda kesinlikle daha başarılı olacaktı. Pembe Dalga’yı tersine çevirme çabasında, Danilovich anahtar bir figürdü.

Brezilya’da bir günlük gazete olan O Estado de São Paulo’ya verdiği mülakatta, diplomat Danilovich, Chávez’i Bolivya’daki siyasi güçleri fonlamakla suçladı. Ortak bir ABD-Brezilya cephesi oluşturmaya çalışan Danilovich, bu davranışın Washington için kaygı verici olduğunu ve Brezilyalıları da endişelendirmesi gerektiğini söyledi. Muhabir, Danilovich’e Chávez’i Morales’in kampanyasını doğrudan fonlamakla suçlayıp suçlamadığını sorduğunda, diplomat yorumda bulunmadı [Morales’in kendisi ABD iddialarını reddetti].

Danilovich diplomatik saldırılarına kapalı kapılar ardında devam etmiş. Elçi, General Felix’le öğle yemeği yedikten sonra, Chávez’in “Brezilya’nın Güney Amerika’da siyasi ve ekonomik olarak öncü bir rol oynama çabalarını kesintiye uğrattığını” belirterek Venezüella meselesi açıyor. Kriptoda, Felix’in elçinin yorumları hakkında ne düşünmüş olabileceği anlaşılmıyor, ancak satır araları okunduğunda, ordu yetkilisinin ABD’ye sempati beslediği ve kendi hükümetinin Venezüella konusundaki resmi politikasına katılmadığı görülüyor.

Danilovich’in kriptosunun tam metni elimizde olmadığından, diplomatın, askeri yetkililer dışında Lula hükümetindeki başkalarına da Venezüella konusunda yanaşıp yanaşmadığı belli değil. Toplantı sırasında Lula’nın İç Güvenlik Bakanı olan Felix, artık bu görevde bulunmuyor. Yine de, tarihsel geçmişle rahatsız edici bazı paralellikler söz konusu. Washington’un, darbe ile demokrasiyi ortadan kaldırmış olan antikomünist Brezilya ordusu ile işbirliği içinde olduğu zamanlar çok da geride kalmış sayılmaz. Daha sonra, silahlı kuvvetler “Akbaba Operasyonu” adı altında ülkedeki ve yurtdışındaki solcuların peşine düşmüştü.

Brezilya’dan Arjantin’e

Güney Amerika’da bir başka yerde, ABD beklenmedik bir siyasi muhalefetle karşı karşıya kaldı. Arjantin’de, yakın zamana kadar Washington’un ekonomik konsensüsünü takip eden oldukça güvenilir bir ABD müttefiki iktidardaydı. Ancak Néstor Kirchner ve eşi Cristina Fernández de Kirchner’in iktidara gelişi ile, ABD-Arjantin ilişkileri tepetaklak oldu. Uluslararası Para Fonu’na dönük sert eleştirilerde bulunan Néstor, solcu Venezuela ile de benzeri görülmemiş bir diplomatik ittifak geliştirdi.

Wikileaks kriptoları, Washington ile Buenos Aires arasındaki ilişkilerin bozulduğunu belgeliyor ve ABD diplomatlarını buyurgan ve entrikacı olarak gösteriyor. Örneğin Obama’nın Batı Yarıküreden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Arturo Valenzuela ile Arjantinli yetkililer arasındaki diplomatik ağız dalaşı. Bu konu hakkında zamanında yazmıştım. Şili asıllı bir Amerikalı olan Chavez muhalifi Valenzuela’nın yolu, geçen yılın sonunda Buenos Aires’e düşmüştü.

Valenzuela, diplomatik bir fırtınaya yol açarak yerel medya önünde Arjantin’in yeterli yasal korumadan yoksun olduğunu açıkladı. Hükümet durumun bu olmadığı açıklamasını yaparak kınadığında, Valenzuela, kendisinin, ekonominin yönetimi konusunda endişeli olan ABD Ticaret Odası’ndan Amerikan şirketlerinin temsilcileri ile kişisel olarak konuştuğunu söyledi ve bunların, yasal koruma yetersizliği nedeniyle yatırım yapma konusunda isteksiz olduklarını ekledi.

Valenzuela daha sonra, sanki hükümeti zaten yeterince kızdırmamış gibi, “yatırım konusunda çok daha hareketli olan” 1996 [Arjantin’in neoliberal ekonomi ile flörtünün zirvede olduğu zamanlar] ile günümüz arasında, yatırım ikliminde bir değişim olduğunu saptadığını açıkladı. Arjantin dışişleri bakanlığı bir bildiride, kızgın bir şekilde, hükümetin ülkede “çıkarı ve yatırımı olan ABD şirketlerinden şikayet almadığı” cevabını yapıştırdı.

Öfkeli koroya İçişleri Bakanı Florencio Randazzo da katıldı ve Arjantin’in Obama döneminde “yeni bir dış politika açılımı olacağı beklentisi içinde olduğunu” ancak ABD yetkililerinin “eski uygulamalara” geri dönmesinin üzüntü verici olduğunu söyledi. Adalet Bakanlığı da Valenzuela’nın açıklamalarının “son derece sıra dışı ve haksız” olduğunu ekledi. Ancak bugüne kadarki en sert açıklamalar, Valenzuela’yı sömürge valisi gibi davranmakla suçlayan eski başkan Néstor Kirchner’dan geldi.

ABD diplomatları, Arjantin’e karşı pişmanlık belirtmek bir yana, Valenzuela hadisesine arsız ve kendini beğenmiş bir şekilde yaklaştılar. Washington’a gönderilen ve yakın zamanda Wikileaks üzerinden açıklanan bir kriptoda, Buenos Aires’deki Amerikan yetkililer, yerel basının olayı “sansasyonel hale getirdiğini” ve fazla dramatikleştirdiğini yazmışlar. “Kirchner hükümetinin, eleştiriler karşısında ne kadar alıngan ve hoşgörüsüz olduğunu bir kez daha gösterdiğini” belirtiyor diplomatlar. Yazarlar, Valenzuela’nın açıklamalarının yarattığı etkiyi önemsizmiş gibi göstererek, birçok Arjantinlinin de sıklıkla hükümet kurumlarının ve yasaların uygulanmasının zayıflığından şikayet ettiğini eklemişler.

Obama döneminde Arjantin’e karşı Washington’un politikasının ne olacağını kestirmek zor. Wikileaks tarafından açıklanan bir başka belgeye göre, ABD yetkilileri halen bu meseleyi çözmeye ve Kirchners hakkında mümkün olduğunca çok bilgi elde etmeye çalışıyorlar. Néstor’ın yakın zamanda ölümü öncesinde, Dışişleri Bakanı Clinton, Buenos Aires’deki Amerikan Elçiliği’ne kişisel olarak yazarak ABD’nin “iktidar ikilisi arasındaki kişiler arası dinamikleri inceleyen bir yazılı çalışma” hazırladığını belirtiyor.

Clinton, Dışişleri’nin Néstor’un tarzı ve kişiliği konusunda epeyce “somut verilere” sahip olduğunu, ancak Cristina’nın halen gizemini koruduğunu ekliyor. Clinton özellikle Cristina’nın “siniri ve kaygıları” ile nasıl başa çıktığını öğrenmeye istekli. Clinton, astlarına tuhaf bir şekilde Cristina’nın ilaç kullanıp kullanmadığını soruyor. Dışişleri Bakanı, ısrarla Cristina’nın psikolojik ve duygusal profili hakkındaki ayrıntıları istiyor.

Oldukça ilgi çekici olsalar da, Wikileaks sızıntıları can alıcı bir soruyu cevaplayamıyor: Clinton Cristina’nın psikolojik değerlendirmesini neden istesin ki? Belki de, ABD hükümeti sadece Arjantin başkanı konusunda bilgi yetersizliği çekiyor ve Güney Amerika’da kiminle uğraştığını bilmek istiyor. Ancak ABD’nin Arjantin’e güvenmediği ve Cristina’yı manipüle etmeye veya kirli çamaşırlarını ortaya çıkarmaya çalıştığı şeklinde daha derin bir okuma da yapılabilir. Makyavelcilik söz konusu olduğunda, Clinton’ın politika oyununu sert oynadığı ve diplomatik entrikalar çevirme konusunda yetenekli olduğu kesin.

Çok uzun bir süredir, Amerikan kamuoyu, hükümetlerinin Latin Amerika’nın solcu Pembe Dalga’sını geri çevirme konusundaki uluslararası çabalarını görmezden geldi. Şu ana kadar sınırlı da olsa, Wikileaks’in açıkladığı Latin Amerika’ya ilişkin bazı belgeler açıkça ortaya koyuyor. Brezilya’dan Arjantin’e, Amerikalı yetkililer epey kibirli ve sinik bir şekilde kendilerini göstermişler. Önümüzdeki günlerde Bush ve Obama yönetiminin yalnızca Brezilya ve Arjantin’deki değil Venezüella, Bolivya ve Honduras’taki işleri konusunda da daha fazla şey öğreneceğimizi umuyoruz. (1.12.2010)

CounterPunch, (dunyadanceviri)

Posted in Arjantin, Bolivya, Brezilya, Genel Haberler, Makaleler, Venezuela | Etiketler: , , , , | Leave a Comment »

Latin Amerika’nın en gürültülüsü Buenos Aires

Posted by lahy 30/12/2010

Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te yapılan bir araştırma, kentin Latin Amerika’nın en gürültülü şehri olduğunu ortaya koydu.

Çalışmayla, daha önce Dünya Sağlık Örgütü’nün açıkladığı bulgular doğrulanmış oldu.Dünya sağlık örgütü Buenos Aires’in New York, Tokyo ve Nagasaki’den sonra dünya çapında dördüncü gürültülü kent olduğunu açıklamıştı.

Buenos Aires’te yapılan çalışmada, gürültü kirliliğiyle mücadele için çıkartılan yasalara karşın, kentte durumun iyileşmediği vurgulandı.

Buenos Aires’teki gürültü kirliliğinin birçok nedeni var.

Arjantin’deki 40 milyon kişilik nüfusun kabaca üçte bir Buenos Aires ve civarında yaşıyor. Bu, büyük bir kalabalığın küçük bir bölgede toplanması anlamına geliyor. Genelde yüksek apartmanlarda ve gürültüyü kanalize eden düz caddelerde yaşanıyor.

Ülkenin gelişen ekonomisi de, kentin zaten kalabalık olan sokaklarına daha çok araç çıkmasına ve daha çok inşaat yapılmasına yol açıyor.

Tango ritimleri

Bakımı pek iyi yapılmayan gürültülü otobüsler var. Trenler kentin tam ortasından geçiyor ve trafiğe yakalanan sabırsız sürücüler sık sık kornalarına basıyor.

Buenos Aires sıcak ve nemli de olabiliyor. Dolayısıyla açık bırakılan camlardan gece gündüz klima gürültüsü duyuluyor.

Kent gündüz çalışıyor ama hayat gece başlıyor.

Bazen tango ritimleri sabahın dördünde bile duyulabiliyor.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre gürültü düzeyleri gündüz 55, geceyse 45’i geçmemeli. Ancak Buenos Aires’te yapılan ölçümlerde bu oranlar 70, hatta 80 desibeli bulabiliyor.

Bu tabi kulaklar için kötü, ancak gürültü strese de neden olabiliyor.

Buenos Aires’teki gürültü sorununa yakın zamanda bir çözüm bulunması da beklenmiyor. Bu yüzden seçenekler, kenti terk etmek, kulaklık takmak ya da biraz daha sesli konuşmak.

Foto: Gelişen ekonomi nedeniyle daha çok araç trafiğe çıkıyor.

Posted in Arjantin, Ekolojik Hareketler, Genel Haberler | Etiketler: | Leave a Comment »

Arjantin:Diktatör Videla ve 31 askeri cunta görevlisine müebbet hapis cezası verildi

Posted by lahy 23/12/2010

Buenos Aires: Salı günü, bir federal mahkeme üç gizli gözaltı merkezinde işlenen 181 suçtan dolayı askeri cunta döneminin 12  görevlisine müebbet hapis cezası verdi. Cordoba ve Mar del Plata şehirlerinde ki mahkemeler de insanlığa karşı işlenen suçlardan dolayı  19 eski subay ve polis memuruna müebbet hapis cezaları verdi.

Askeri Cunta’nın başını çeken diktatör Jorge Rafael Videla Cordoba şehrinde yargılandığı 1.nolu mahkeme tarafından Çarşamba günü  insanlığa karşı işlenen suçlardan dolayı müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, 85 yaşındaki Videla’nın cezasını, yaşından dolayı evinde değil de hapishane de çekmesine karar verdi.

General Videla merhametsiz ve acımasız biri olarak tanınıyor. 1977’de yapılan bir basın toplantısı sırasında, ”Kayıplar, kayıplardır. Ne yaşıyorlar ne de ölüler, kayıplar” demişdi. Videla bugüne kadar işlenen süçlardan dolayı bir pişmanlık bildiriminde bulunmadı.

Cordoba da ki mahkeme 1975-1979 yılları arasında sol görüşlü örgütlere karşı operasyonları yöneten yüksek rütbeli subaylardan Luciano Benjamín Menéndez’i Videla ile birlikte 31 tutuklunun kurşuna dizilmesinden dolayı müebbet hapis cezasına çarptırdı. 14 sanık daha aynı suçlardan dolayı müebbet hapis cezası aldı.

Buenos Aires’de bulunan 2.nolu federal mahkeme, 12 müebbet hapis cezası ile birlikte,  ayrıca 4 görevliye   25’er yıl hapis cezası verirken, bir sanığın da beraatine karar verdi.

En ağır ceza eski polis memuru  ”Türk Julian” lakabıyla tanınan Julio Simón’a verildi. Simon, daha önce de,  2006 yılında, ”af yasasının” iptalinden sonra yargılanan ilk kişi olarak, 1978 yılında bir karı-koca’nın  gözaltında kayıbından dolayı 25 yıl hapis cezasına çarptırılmışdı.

Müebbet hapis cezası alanlar:  eski polis memurları Samuel Miara, Raúl González, Juan Avena, Eduardo Kalinec, Jorge Uballes, Luis Donocik, Oscar Rolón ve Roberto Rosa, eskiden subay olan Enrique Del Pino ve dönemin jandarma görevlileri Eugenio Apestegui ve Guillermo Cardozo.

Kararın okunmasından sonra mahkeme önünde  hazır bulunan politik ve insan hakları örgütlerinin savunucuları müzikli bir kutlama düzenlediler. 13 ay süren yargılama boyunca askeri diktatörlük döneminde (1976-1983),  Club Atlético, Banco ve Olimpo gizli gözaltı merkezlerinde tutulan 1.500 kişiye karşı işlenen 181 ayrı suç incelendi.

Mar del Plata’da Salı günü sonuçlanan diğer bir mahkeme de ise  üç eski asker insanlığa karşı işlenen suçlardan dolayı müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Sanıklar Buenos Aires’in 400.km uzağında bulunan bir deniz üssünde bulunan yasadışı bir hapishane de işlenen suçlardan dolayı yargılandı.

Arjantin’de diktatörlük döneminde  30.000 kişi kayıp edildi. (EFE ve diğer haber kaynakları)

Arjantin’de kayıp anneleri: Ümit ve insan haklarının yaşayan mirası

Arjantin: Kayıp tutukluların kızına el koyan iki sanığa 10 yıl hapis cezası

Posted in Arjantin, İnsan Hakları | Etiketler: , , | 1 Comment »

Arjantin: Kayıp tutukluların kızına el koyan iki sanığa 10 yıl hapis cezası

Posted by lahy 16/12/2010

María Laura D’Amico

İşadamı ve tango şarkıcısı Omar Alonso ve deniz subayı Juan Carlos Herzberg,   María Elena Corvalán ve Mario Suárez Nelson’un kızına elkoymaktan suçlu bulundu.

La Plata 1.nolu Federal mahkemesi Omar Alonso ve Juan Carlos Herzberg, diktatörlük döneminde gözaltında doğan bir bebeğe el koymaktan dolayı 10 yıl hapis cezasına carptırıldı.

İnsanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında açılan dava da , Mahkeme heyeti: Miguel Etchecolatz, Cristian von Wernich ve Carlos Rozanski altı dakikadan daha az bir süre de diktatörlük dönemi kurbanları María Elena Isabel Corvalán ve Mario César Suárez Nelson’un kızları ile ilgili davada verilen kararı okudu.

Daha önce ki benzer davalarda olduğu gibi kararın sonunda, “ bütün bu suçlar insanlığa karşı işlenen suçlardır, Arjantin’de son sivil-askeri diktatörlük döneminde, gözaltında doğan çocuklara sistemli bir planın parçası olarak el konulması gerçekleştirilen  soykırımın bir delilidir,” deniyor.

La Plata’lı tüccar ve tango şarkıcısı Alonso 1977’de kendinden daha genç olan  María Luján Di Mattía ile evlendi; çiftin çocukları olmuyordu.  Deniz subayı olan Herzberg 8 Ağustos’da henüz dört beş saatlik olan bir bebeği bu çifte getirdi. Bebeğin annesi María Elena Isabel Corvalán güvenlik güçleri tarafından kaçırılarak La Cacha’da ki gizli gözaltı merkezine getirildi. Burada üç buçuk kiloluk bir çocuğu dünyaya getirdi. Kocası Mario César Suárez Nelson, aynı yıl, 10 Haziran’da askerler tarafından öldürüldü. Her ikisi de Montoneros grubuna aitti ve çocuklarını ismini Lucía olarak koymayı planlıyorlardı.

Alonso çocuğu alınca kendi biolojik kızı olarak María Natalia adıyla Dr.Francisco Antonio Bosia tarafından verilen sahta bir doğum belgesini kullanarak kayıt ettirdi.

Natalia dün tamamlanan dava da konuşarak,: “ Ben buna inanıyordum. Ancak açıklanmayan şeyler vardı. Bir doğum günü sırasında annem bana benim  bir kayıp kızı olduğuma inandığını söyledi. Onun gözlerinde gördüğüm terörü hiçbir zaman unutamam. Bu benim için korkunç bir şey idi. Bana bu şekilde yalan söylemelerine inanamadım,” dedi.

1982 yılında Plaza de Mayo Kayıp Anneleri Dernegi Natalia’nın kayıp ailelerin çoçuğu olabileceğine dair ihbarlar almaya başladı.  Üçyıl sonra iddialar adli makamlara iletidi, soruşturma başladı.1986’da Alonso’ya karşı dava açılınca ailesi ile birlikte Paraguay’a kaçtı. 1993’de La Plata’ya geri dönünce gözaltına alındı; Di Mattía 1996’da Arjantin’e iade edildi. Dava bir sonuca bağlanmadan kapandı.

2005 yılında kayıp anneleri federal bir mahkemede yeniden dava açmayı başardılar; bunun nedeni yapılan bir DNA testi sonucu Nataila’nın Corvalán ve Suárez Nelson’un kızı olduğunun ispatlanması idi. Böylece, Alonso’nun, Natalia’nın bir subayın gayri meşru çocuğu olduğu şeklindeki savunmasının yalan olduğu ispatlandı.

Savcı Hernán Schapiro sanıklar için 20 yıl hapis istedi. Kayıp annelerini temsil eden avukatlar ise deniz sıubayı için 19 yıl, Alonso için ise 25 yıl hapis cezası isteminde bulundu. Ceza açıklandığı sırada mahkeme’de hoşnutsuzluk belli eden protesto sesleri duyuldu.

Natalia’nın ninesi  Lovelli, mahkeme’nin verdiği cezalara ”şaşırdığını” söyledi. Ancak, Lovelli, “sosyal örgütlerin 25 yıl süren mücadelesi sonucu ne hapis cezası verilirse verilsin bu olumlu bir sonuçtur. Mamafih, toplumun bir çocuğu kaçırıp 10 yıl hapis yatarak bedel ödeneceğini düşünmesini istemiyoruz” dedi.

kaynak: http://casapueblos.blogspot.com/

Arjantin’de kayıp anneleri: Ümit ve insan haklarının yaşayan mirası

Posted in Arjantin, Genel Haberler, İnsan Hakları | Etiketler: , , , , | 1 Comment »

Arjantin:Göçmenlere saldırılar, 3 ölü!

Posted by lahy 12/12/2010

BUENOS AIRES –Geçtiğimiz salı günü başkentte bulunan İndo-Amerilkan parkını işgal eden evsiz Latin Amerikalı göçmenlere yapılan ve yerel halk tarafından desteklenen polis saldırısı sonucu iki göçmen öldürüldü. Daha sonra çıkan olaylarda bir bolivyalı güçmen daha öldürüldü.

Mahkeme’den alınan parkı boşaltma kararı sonrasında düzenlenen polis saldırısi sonucu bir bolivyalı ve bir paraguaylı öldürüldü.

Perşembe günü  Villa Soldati bölgesi sakinleri ile işgalcıler arasında çıkan çatışmada bir bolivyalı göçmen daha öldürüldü.

Çıkan çatışmalar sonrası yerel bir mahkeme, Cuma günü olağanüstü hal ilan edip, hükümetin olaylara müdahale etmesi kararını aldı. Mahkeme parkın etrafına ”tel örgü” çekilmesini ve giriş çikişlarin kontrol edilmesini talep etti.

Hükümet yetkilileri bu kararı kabul etmediklerini ve bir üst mahkemeye itiraz edeceklerini duyurdu. Başkan  Cristina Fernandez çıkan olaylara Buenos Aires’in sağcı belediye başkanı Mauricio Macri‘nin yol açtığını ve sorunlara bir çözüm aradıklarını söyledi.

Hükümet sözcüsü Macri’yi sert bir şekilde kınayarak, Macri^nin  ”yabancı düşmanı ve ayrımcı” retoriğinin çıkan çatışmaları körüklediğini ve dar gelirlere ayrılan konut fonlarını kullanmadığı için çıkan çatışmalardan sorumlu olduğunu söyledi.

Macri, Perşembe günü bir açıklama yaparak çatışmaların nedeni olarak, Arjantin’e ”kontrolsuz göçmen” akışını göstermişti. Macri, şehre hergün 100-200 yeni göçmenin geldiğini ve gelenlerin uyuşturucu ticareti ve suç şebekelerine katıldığını iddia etti. Macri’nin açıklamaları protesto edildi.

Buenos Aires’de bulunan Bolivya elçiliği bir açıklama yaparak Macri’yi protesto etti ve Arjantin’de yaşayan bolivyalılardan özür dilemesini talep etti.

Arjantin Dışişleri Bakanı  Hector Timerman, Cuma günü, ”Göçü kriminalize etmek faşizmdir…Arjantinlilerin büyük çoğunluğu göçmenlerin torunlarıdır” dedi. Twitter’da yayınlanan mesajında ise ‘ Eğer Macri İspanyol olsa idi, tek bir Arjantin’linin İspanya’ya girmesini istemeyecek  idi. Ayrımcılık, insan haklarının ihlalidir” dedi.

Arjantin’in sanayici ailelerinden birinden gelen ve  popüler Boca Juniors klübünün başkanı olan  Macri’nin gelecek seçimlerde başkanlığa adaylığını koyması bekleniyor.. EFE

Posted in Arjantin, İnsan Hakları | Etiketler: , , , , | Leave a Comment »

Arjantin:İşçiler tarafından yönetilen firmalar başarılı

Posted by lahy 11/12/2010

İşçiler tarafından yönetilen firmalar sessizce yaşıyorlar

Marcela Valente

BUENOS AIRES, (IPS) – 2001 sonlarında Arjantin’de yaşanan  mali ve politik krizin  ardından borç denizinde yüzen binlerce şirket sahipleri tarafından terk edildi. Ancak, bunların bazıları işçileri tarafından el konularak yeniden çalışmaya başladı.  Bugün, ekonomi büyürken,  işçiler tarafından yönetilen bu firmalar halen güçlenmeye devam ediyorlar.

Ekim ayında yayınlanan bir araştırmaya göre, günümüzde, toplam 9362 işçiye sahip olan 205 ”kurtarılmış” firma vardır. – 2004’de ise 6900 işçiye sahip 161 firma vardı.-

Bu çalışmanın ana yazarlarından Andrés Ruggeri, ” 2001 ekonomik krizi sırasında bir çeşit can simiti olarak ortaya çıkan bu olgu, ekonomik  büyüme döneminde yok olup gitmek yerine nasıl büyüdü?” diye soruyor.

Ruggeri, IPS’e, ” İşçiler, bir firmanın çalışmaya devam edebilmesi için kendileri tarafından yönetilmesinin geçerli bir alternatif olduğunu” gördüler, ”Bu daha önce düşünülmez bir şey idi” dedi.

“Arjantin’de Kurtarılmış Firmalar-2010”  başlıklı araştırma, Buenos Aires Universitesi Açık öğretim Fakültesinde okuyan bir grup öğrencinin gönüllü çalışmaları ile gerçekleştirildi.

Firmaların detaylı bir incelenmesinin sonucu hazırlanan çalışmanın amaçı bilgi toplayarak işçiler tarafından yönetilen firmaların yönetimini güçlendirecek politikaların formüle edilmesi idi.  Arjantin’in iflas etmiş firmalar tarihinde arasında daha önce de işçileri tarafından yeniden açılan firmalar vardı; ancak, bunlar istisna teşkil eden örneklerdi.

Ancak, 2002-2003 ekonomik krizinin bir sonucu olarak yiyecek, giyim, çelik, ayakkabı ve plastik sektörlerinde, et paketleme fabrikalarında, seramik, cam ve rubber üreticilerinde, grafik tasarım, ulaşım, lokantalar, sağlık firmaları ve hatta beş yıldızlı hotellerde işçiler tarafından yönetilen firmalar hızla çoğaldılar.

Patronlar, arkalarında işsiz işçiler, borçlar ve taşınabilecek ne varsa sökülüp götürülmüş fabrikalar bırakarak – sık sık ödenmemiş vergiler ve dolandırcılık da vardı-  aniden ortadan kaybolduktan sonra,  işçiler firmalara el koydular.

Aylarca ve bazen de yıllarca maaşlarını almamış işçiler tarafından el konulan  firmaların birçoğu üretime devam ediyor ve hatta ihracat bile yapıyorlar.

İşçilerin çoğunluğu kooperatifler kurdular ve kararlar,  işçiler  tarafından yönetilen diğer firmalar ve hükümet kuruluşlarından tavsiye ve destek alınarak meclislerde alınıyor.

Aynı olguya diğer Latin Amerika ülkelerinde de rastlıyoruz.  Açık Fakülete’nin raporuna göre, Brezilya’da 69, Uruguay’da 30, Paraguay’da 20 ve Venezüella’da sayıları giderek artan ”kurtarılmış” firmalar vardır. Ruggeri’ye göre, İspanya’da bu türden örneklere rastlanmaya başlandı.

Bir çokları ekonomi büyüdüğü zaman- 2003-2008 arasında yılda ortalama  yüzde 8.5 hızla büyüdü- bu firmaların sayısın azalacağını ve sadece bazılarının bir dönemin tanıkları olarak yaşayacağını düşündüler. Ruggeri, ancak, ”gelişmeler hiçte böyle olmadı” diyor

Bazen işverenin, başka bir yerde yeniden başlamak için bilerek izlediği stratejinin bir parçası olarak, ekonominin büyüdüğü dönemde bile birçok firma iflas etti. Ruggeri, aralarında yeniden iş bulacak yaşın üstünde olan işçilerinde bulunduğu çalışanların ellerinde hiç birşey olmaksızın kaderlerine terk edildiklerini vurguluyor.

Araştırma, “Kurtarılmış firmalar, emek, ekonomik ve sosyal dünyanın kök salmış gerçeklikleridir; varolmaya ve büyümeye devam edeceklerdir” sonucuna varıyor. Karşılaştıkları zorluklara rağmen, büyük bir kapasiteye sahipler, diyor.

Verilen örneklerden biri 2002-2003 krizi ile ilişkili olan -latex ürünleri ve ağırlıkla balonlar üreten – 2004 yılında iflas etmiş olan Global firmasıdır

Bir Pazartesi günü işe gelen işçiler kapıda, ” yeni bir duyuruya kadar kapalı”  tabelesını buldular.  Komşular onlara kamyonların gelerek hafta sonunda herşeyi taşıdığını söyledi- işverenler bütün makineleri alıp götürmüşlerdi..

Firmanın onlarca işçisi işsiz kaldı. Ancak zorlukları aşmayı başararak işyerini bütün zorluklara rağmen yeniden açmayı başardılar, ve 2005 yılında Global,  32 üyeye sahip “La Nueva Esperanza” (Yeni Ümit) kooperatifine dönüştü.

Arjantin başkentinin varoşlarında bulunan balon fabrikasında 50 yıllık yaşamının 26 yılını çalışarak geçiren Domingo Palomeque bu işçilerden biridir. Ancak şimdi kooperatif de eşit haklara sahip üyelerden biri olarak çalışmaya devam ediyor.

Palomeque, IPS’e ” İlk önce kooperatifi kurduk ve sonra da onların çaldığı makineleri geri aldık” dedi..

Bir grup üniversite araştırmacılarının yaptığı incelemede sık sık sözü edilen problem ham madde   ve makine almak veya uzman işçileri işe almak için kredi bulma zorluklarıdır. Ayrıca, pazar içinde paylarını artırma problemleri de vardır.

La Nueva Esperanza’da problemlerden muaf değildir. Firmanın en fazla neye ihtiyaç duyduğu sorulduğu zaman Palomeque, tereddüt etmeden , ”kredi” diyor; ”işçilerin yerine geçmesi için değil de, daha fazla rekabet avantajına sahip olmak için otomatik makineler almamız gerekiyor’,’ diye ekliyor.

Kooperatifin ürünleri, günümüzde,  yerel pazarda Malezya ve Sİngapur’dan gelen ucuz ithal ürünleri karşısında pahalı kalıyor. “Ürünlerimiz eskiden ucuz idi, ancak artık bu doğru değil” diyor.

Zorluklara rağmen yerel pazarda ürünlerini satmaya devam ediyorlar, ve hatta ihracat bile yapıyorlar. Rapora göre kurtarılmış firmaların yüzde 15’i ürünlerini ihrac ediyor; yüzde 60’sı ise ihrac kapasitesine sahiptirler.

La Nueva Esperanza kooperatifi bazı zorlukları kendine özgü yönetemlerle çözdü: Palomoque, ” Bu kendimizin bulduğu bir çözüm oldu – Brazil, Paraguay, Şili ve Uruguay’a satış yapıyoruz, ancak ürünleri kendimiz ihraç etmiyoruz, müşterilerimiz onların sınır bölgelerindeki Arjantin eyaletlerinde kayıtlarını yaptırıyorlar.” dedi.

”Artık geriye dönüş yok,” diyor, tersine, kooperatif için planları bile var: ” Amaçımız yeni makineler almak, işçiler almak ve büyümeye devam etmektir.”

Kurtarılmış firmaların büyüklükleri farklıdır. Yüzde 75’i, 50’den az işçi çalıştırıyor, sadece bazıları yüzden fazla işçiye sahip ve yalnızca yüzde 2.3’ü, 200’den fazla işçi çalıştırıyor.

Araştırma uyumlu bir kamu politikası ile firmaların desteklenmesini talep ediyor. Ruggeri,  “Devlet daha faal bir rol oynamalıdır, ancak, bu firmaların gelip geçici bir olgu olduğu gibi hatalı bir görüşe sahip oldukları için dengesiz bir şekilde davranıyorlar” diyor.

Son bir kaç yıl içinde hükümet bazı adımlar atarak bu firmalara destek sağladı. Çalışma bakanlığı araclığıyla bir milyondan dolardan fazla bir miktar sübvansiyon olarak dağıtıldı. Ancak bu bir kereliğine yapılan bir uygulama idi. Araştırma, ” kurtarılmış firmalar, düzenli bir şekilde kredi kaynakları bulamazlarsa    varoluşun sınırlarında mücadeleye etmeye mahkumdurlar” sonucuna varıyor. (IPS-Kasım 2010)

Posted in Arjantin, İşçi Hareketleri-Sendikalar | Etiketler: , , | Leave a Comment »

Arjantin’de kayıp anneleri: Ümit ve insan haklarının yaşayan mirası

Posted by lahy 09/12/2010

Marie Trigona

Mother of Plaza de Mayo with photos of missing childrenMayo Meydanı (Plaza de Mayo) annelerinden biri, 1976 askeri darbesinin 34’üncü yıldönümünde , 29 Temmuz 1976’da kaybolan oğlu ve gelininin resimlerini elinde tutuyor. Resim: Marie Trigona/WNN

Buenos Aires, Arjantin: Buenos Aires’in merkezinde ki Mayo Meydanı (Plaza de Mayo), onlarca yıldır protestoların sürdürüldüğü bir merkezdir.  Arjantin’de kayıpların aileleri her perşembe öğleden sonra bu meydanda yürüyüşe başladı.

Plaza de Mayo’nun anneleri,  dünyaya ‘Arjantin’in Kirli Savaşı’  olarak adlandırılan dönemde sevdiklerine yapılanları unutmadıklarını göstermek için  hep birlikte vakur bir şekilde meydanın içinde yürüyerek insan haklarının savunusunu bir  miras olarak gelecek kuşaklara bıraktılar.

Plaza de Mayo’nun anneleri, yakın zaman önce yapılan ‘insanlığa karşı suçlar’ olarak bilinen soruşturmalar ve ortaya çıkan gerçeklerin ayrılmaz bir parçası idiler; onlar Arjantin’de askeri rejimin iktidarda olduğu  1975-1983 yılları arasında yaklaşık 30.000 kız ve erkek evlatın anneleri idiler.

İki kayıp çocuğun annesi olan Carmen Robles Zurita, “ Kendi çocuklarımı ve başkalarının çocuklarını aramaya devam ediyorum, çünkü benim için senin kızınızda benim kızımdır; o biraz da olsa bana da aittir. Benim çocuklarımda biraz da olsa senindir” dedi.  Oğlu Nestro Juan Agustín Zurita, 25 yaşında iken  1 Ağustos 1975’de kaçırıldı ve Carmen’in kızı  María Rosa Zurita, 21 yaşında iken 21 Kasım 1975’de kaçırıldı.

Şimdi otuz yıl sonra nihayet, adaleti  mahkemelerde aramak mümkün. Kurbanların aileleri ve insan hakları savunucularının araştırmalarının bir sonucu olarak Arjantin Hükümeti, Anayasa mahkemesi İnsan hakları kolunun askeri hükümetin  üyelerini insan hakları ihlalleri davalarına karşı koruyan yasayı iptal etmesinin ardından kendi karanlık geçmişini ziyareti ediyor..

Toplumun İtici Gücü

Uluslararası yasalar ve insan hakları uzmanı Dr. Rodolfo Mattarollo, “ İnsanların ortadan kaybolması toplumda bir felçe yol açtı.’ dedi

“ Bugün, çocuklarımıza ne olduğu hakkında bütün gerçeğe veya bilgiye sahip değiliz.”

Marta Ocampo de Vazquez,
Plaza de Mayo Anneleri’nin Başkanı– Kurucu Üye

30 Nisan 1977’de hükümet binalarının önündeki büyük meydanda 14 anne bir araya geldi. Diktatörlük insanları kamusal alanlarda toplanmalarını yasaklamışdı,  bundan dolayı meydanın merkezindeki piramit’in etrafında yürümeye başladılar.  Polis istasyonları, hapishaneler, mahkemeler ve kiliselere başvuran ancak hiç bir sonuç alamayan kadınlar giderek artan bir şekilde yürüyüşe katıldıkça  kayb ettikleri ve kayıp edilmiş çocuklarının kundak bezlerini temsil eden beyaz esarplar giyerek kendilerini tanımlamaya başladılar.

Plaza de Mayo annelerinin başkanı Marta Ocampo de Vazquez ” Bugün, çocuklarımıza ne olduğu hakkında tam gerçeğe veya bilgiye sahip değiliz.” diyor, ve  ” Emirleri kim verdi? Onları kim infaz etti? Çocuklarımızın son anlarında ne oldu?” diye soruyor.

Anneleri hiç bir şey, hatta fiziksel saldırılar ve futursuzca tehditler bile protestolarından vazgeçiremedi. 1977’de kurucu annelerden üç tanesi ve annelerin faaliyetlerini destekleyen  iki Fransız rahibesi’de ‘kaybolanların” arasına katıldılar.

Annelerden Margareta de Oro ‘Kayıp Anneleri’ kitabının yazarı Josephine  Fisher’e “ Bugün kendime baktığımda şaşırıyorum. Önceden utangaç bir çocuk gibiydim. Sİyasi bir bilinçim yoktu. Hiç bir görüşüm yoktu. Bütün istediğim çocuklarımın iyi olması idi. Çocukları ile her yere giden annelerden biriydim. Eğer okula bağış toplamak için bir balo düzenleseler biletleri satan bendim.  Çocuklarımın yaptığı herşeyin içinde yer aldım. İnsan yalnızca bir şey kaybedince bilinçli hale geliyor. Anneler ilk bir araya geldiğinde çok ağlardık ve daha sonra bağırıp, hesap sormaya başladık, ve artık çocuklarımızı bulmak dışında  hiçbirşeyin önemi yoktu. Şimdi savaşıyorum, bağırıyorum, eğer gerekiyorsa itiyorum, tekme atıyorum, ancak halen kendime bütün o silahların kafama doğrultulduğu askeri binalara nasıl gittiğimi soruyorum. ” dedi.

Geçmişin Acıları

22 yaşındaki Arjantin Deniz Kuvvetleri üsteğmeni ve istibharat elemanı Alfredo Ignacio Astiz, kayıplardan birinın ağabeyi ‘Gustavo Niño,’  adıyla Plaza de Mayo annelerinin arasına sızdı. Astiz’in aralarına sızması anneleri ve ulusu onlarca yıl rahat bırakmadı. Anneler, toplantılara katılan ve onlarla brlikte yürüyen genç  “Gustavo,”yu halen hatırladıklarını söylüyorlar.

“ Kendi çocuklarımı ve herkesin çocuklarını aramaya devam ediyorum.”
Plaza de Mayo annelerinden Carmen Robles de Zurita

8 Aralık 1977’de  anneler – Esther Ballestrino de Careaga ve Maria Eugenia Ponce de Bianco –  sekiz kişiyle birlikte Buenos Aires’de ki Santa Kruz kilisesinde katıldıkları bir toplantıdan askeri görevliler tarafından zor yoluyla kaçırıldılar.Azucena Villaflor, isimli kurucu annelerden biri de bir kaç gün sonra evinin önünden kaçıırıldı.

İki gün sonra 10 Aralık’ta  834 annenin imzaladığı bir bildiri Arjantin’in günlük gazetelerinden  “La Nacion,”da ilan olarak yayınlandı. İlan, Arjantinli yetkililere onların kayıp çocuklarının davalarını açıp araştırarak adaleti yerine getirme çağrısında bulunuyordu.

Santa Kruz Kilisesi’ne yapılan gizli baskından iki hafta, ve 15 Aralık’da yapılan öğleden sonra yürüyüşünden bir hafta sonra beş kadının ceseti Plata nehrinin kıyılarından bulundu. Plata nehri Atlantik okyanusuna açılan Arjantin ve Uruguay arasında bulunan geniş ve uzun bir nehirdir.

Buenos Aires’de ki ABD elçiliği 1977’de bakanlığa yolladıkları bir raporda(o zaman gizli idi)  “Anneler 15 Aralık’da, her Perşembe öğleden sonra yapılan yürüyüşlerine   büyük bir katılım planlıyordu, ancak Anneler grubu’nun bazı üyelerinin kaçırılması katılımcılar üzerinde korkutucu bir etki yarattı….Yayınlanacak ilan için ek bir imza listesi ve ilanı ödemek için toplanan 250 dolarda kaçıırlma sırasında alındı, ” diye yazdı.

Mother of Plaza de Mayo, Elia Espen, at Santa Cruz ChurchAnnelerin Santa Kruz kilisesinden kaçırılmasının 30.uncu yıldönümünde ( 8 Aralık 2007) Plaza de Mayo annelerinden Elia Espen, yaşamlarını yitiren anneler için anma taşının önünde eğilirken. Resim: Marie Trigona/WNN

1990’lı yılların başlarında, forensik bilim alanında yeni gelişmeler ile iskeletlerden numuneler alarak DNA tespiti yapmak mümkün hale geldi. Genetik testler dünya çapında insan hakları araştırmalarında önemli bir araç haline geldi.

2005 yılında, Arjantin Forensik Antropoloji Timi (EAAF), detaylı bir forensik inceleme sonucunda nehir kıyısında bulunan dört cesedin kimliklerini tespit etmeyi başardı. Her hangi bir kuşkuya yer yoktu. Cesetler üç kurucu anneye aitti: Azucena Villaflor, Maria Eugenia Ponce ve Esther Careaga,  French rahibe Léonie Duquet.

“Çalıştığımız her yerde kayıbın bir aile için yarattığı inanılmaz acı ve felçe  tanık olduk”

Mercedes Doretti,
Arjantin Forensik Anthropoloji Timi(EAAF) kurucularından

“ Dört kadının cesetlerinin okyanusa Hava Kuvvetleri uçaklarından atıldığı düşünülüyordu. Cesetler 1977’de kıyıya vurdu ve  “N.N.” (kimliği belirsiz) olarak  Buenos Aires’e bağlı General Lavalle belediye mezarlığında gömüldü. Yıllık 2006  EAAF raporunda, “EAAF  dört kadının cesetini Geneeral Lavalle mezarlığından çıkardı ve  anthropolojik ve  genetik analiz sonucu kimliklerini tespit etti” diye yazıldı.

EAAF kurucularından Mercedes Doretti,”Çalıştığımız her yerde kayıbın bir aile için yarattığı inanılmaz acı ve felçe tanık olduk. Bir kayıbın mezarını bulmak geçmişin acılarını silmeye yetmiyor ancak iyileşme sürecinin bir parçası ve çok önemli bir tazminat biçimi. Ailelerin buna ihtiyacı var. Gerçekte, çok sık olarak, mezarın bulunması ve kimlik tespiti tazminat sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak görülmüyor”’ dedi.

Kurucu üyelerin kendilerinin  ‘kaybolmasından’ 28 yıl sonra, 8 Aralık 2005’de, anneler  Azucena Villaflor, Maria Ponce de Bianco ve Esther Ballestrino de Careaga ‘nın naaşları yakıldı ve külleri onları onurlandırmak için Buenos Aires’de Plaza de Mayo’ya gömüldü.

Dokunulmazlık Duvarlarının Kırılması

Arjantin’in yedi yıl süren askeri diktatörliğünden beri, Plaza de Mayo anneleri yorulmaksızın gerçek, açıklık ve mesuliyet için mücadele etti. Bugün, Anneler dokunalmazlık duvarını uluslararası bir sembol haline gelen şiddete başvurmayan eylemleri vasıtasıyla yıkmayı başardılar.

2003’de Af Örgütü ve Uluslararaarası Hukuk Komisyonu, 1986’da geçen Arjantin Son Dönem yasası ve 1987’de ki İtaat yasasının,  ” 1976 ve 1983 yılları arasında askeri hükümetler iktidarda olduğu dönemde meydana gelen  binlerce zorla ortadan kaybolma, işkençe ve yargısız infaz  davasının araştırılmasını engellemek için kullanıldı.”dedi. Bu yasalar, hükümetin af yasaları çıkararak askeri eylemleri ve insan hakları ihlallerini affetmesine karşı mücadele eden annelere karşı vurulmuş sert darbelerdi.

“ Bugün gençlik  bayrağımızı devir alırken,  30,000 ‘kayıp’ hiç bir zaman ‘kayıp’ olmayacak.Onlar her zaman aramızda olacaklar.”
–  Plaza de Mayo Annelerinin 2010 bildirisinden-

Günümüzde, yıllardır af ve tutuklamalar arasında gidip gelen, Alfredo Ignacio Astiz Yüksek Mahkeme’de yeni bir dava ile karşı karşıya. Diğer 17 subay ve görevli ile birlikte araştırma altındadır. Kişisel suçlara ilave olarak, Mahkeme, ayrıca, 1976-1983 arasında Buenos Aires’de ki Deniz Kuvvetleri Mekanik Okulu ESMA’da  ‘insanlığa karşı işlenen’  suçları da araştırıyor.

Arjantin’de ki en büyük ve en kötü şöhrete sahip merkez olarak bilinen ESMA  ‘kayıpların’ bir parçası olan 5.000’den fazla isim ile ilişkilendiriliyor.

Plaza de Mayo Annelerinin  Gerçeklik Komisyonu üyesi Nora Cortinas, (Şimdi) “Askerler çocuklarımızın hiç bir zaman çıkmadığı mahkemelere çıkıyorlar. ” dedi.  15 Nisan 1977’de kayıp olan Nora’nın oğlu Carlos Gustavo Cortiñas bir ekonomi öğrencisi idi.

Annelerin bir çoğu 80’li yaşlarda olduğu için, bazıları eski Arjantin askeri makinasının işledikleri suçlar için hesap verdiğini görememekten korkuyorlar.

Anne Cortinas, ayrıca, “Mahkemelerin, dava sırasını esas alarak biraz hızlanmasını istiyoruz; bunun anlamı hükümetin sorumluluk alarak şahitler, hakimler ve avukatlara karşı tehditlerin son bulmasına yardım etmesidir, böylece, bu ülkede gerçekten de adalet var diyebiliriz,” dedi.

Şimdi 81 yaşında olan annelerden Ocampa de Vazquez, onlarca yıldır mücade ve hayal kırıklıkları içinden geçti.. Ancak, gerçeği bulmak için uzun mücadelesinin sürmesi gerektiğini biliyor: ” Sonun yakın olduğunu düşünmüyorum” dedi.

Güneyde ki Neuquén eyaletinden anne Ines Ragni, “Mücadelemize devam ediyoruz, çünkü halen cezalandırılmamış suçlar ve kayıplar hakkında cevaplanmamış sorular vardır,” dedi.  ”Bir daha asla,” Arjantin ve bulunduğu bölgedeki askeri diktatörlüklerinden acı çeken Brezilya, Şili ve Uruguay’da   tarihteki karanlık sayfalarının bir daha hiçbir zaman yeniden yaşanmamasını dileyen annelerin sloganı oldu.

Anneler, “Çocuklarımız yaşamak istediler ancak onların yaşamları ellerinden alındı. Bugün sokaklarda protesto eden gençler çoçıklarımızın hatıralarının bir parçasıdır.” diyorlar.

Bugün gençlik  bayrağı devir alırken,  30,000 ‘kayıp’ hiç bir zaman ‘kayıp’ olmayacak. Onlar her zaman aramızda olacaklar.”
_____________________________________________________

Kaynak: http://www.mujereslibres.blogspot.com/
Çeviri: Erol Yeşilyurt

Yazar hakkında: Marie Trigona Arjantinli yazar, tercüman  ve radyo-video yapımcısıdır.  Latin Amerika’da işçi hakları, sosyal hareketler,toplum medyası ve insan hakları üzerine çalışmaları vardır. Yazıları Z Magazine and ZNet, NACLA, Monthly Review, Canadian Dimension, The Buenos Aires Herald, Left Turn, Americas Program, Clamor, Venezuela Analysis, Upsidedown World  diğer dergi ve sitelerde yayınlanıyor.

Tecavüze uğrayan Şili’li kadınlar susmaya son verdi

Rio de Janeiro’da gecekondu bölgelerinde kirli savaş sürüyor

Rio de Janeiro: gecekondulara polis baskınlarında en az 23 ölü

Britanyalı Akademisyenler:Dr Miguel Angel Beltran serbest bırakılsın!

Kolombiya:Tutuklanan hamile insan hakları savunucusunun dramı

Kolombiya: Başkan Santos’un ilk üç ayında 50 eylemci öldürüldü

Uruguay’da darbecilere af yok!

Venezüella: Anayasa Mahkemesi’ne transseksüel aday

Brezilya’da eşcinsellere karşı saldırılar artıyor 20.10.2010

Posted in Arjantin, İnsan Hakları | Etiketler: , , , , | 1 Comment »