latin amerikan haber yorum

Archive for 16 Eyl 2006

Bolivarcı Gençlik Konferansta

Posted by lahy 16/09/2006

Venezuela Ulusal Gençlik Kurumu (INJ) ve Dünya Demokratik Gençlik Federasyonu (WFDY) Latin Amerika ve Karayipler Komisyonu’nun (CLAC) çağrılarıyla 14 ve 15 Eylül’de Karakas’ta düzenlenen “Bolivarcı Devrim, Gençlik ve Sosyalizm” başlıklı uluslararası konferans başladı. Konferansın amacı “Uluslararası Gençlik Hareketi’ni ve onun sosyalizm için verdiği anti-emperyalist mücadeledeki rolünü güçlendirmeye olanak sağlayan deneyim paylaşımı yoluyla, mevcut dünya koşulları ve Venezuela gençliğinin niteliklerini göz önüne alarak, Bolivarcı Devrimin gelişimini sağlayan bir dizi politikayı dünya gençlik örgütlerine anlatmak ve fikirlerin yayılmasını sağlamak,” olarak açıklandı.

Perşembe günü başlayan konferans iki güne dağıtılmış üç oturum şeklinde yapıldı. Her oturumda iki konuşmacının olduğu konferansta tartışmaya açılan başlıklar şunlar oldu:

1- Bolivarcı Hükümetin Sosyal Politikaları, sosyalizme bir bakış açısı

2- Halkın İktidarı ve Bolivarcı Devrime gençliğin katılımı

3- Dünya gençliğinin ve Venezuela gençlik hareketinin şu andaki rolleri

Emperyalizm karşıtı gençlik
Birçok ülkeden örgütün temsilcilerinin katıldığı toplantı Venezuela basınında dünyadaki gençlik mücadelesinin geleceğine yönelik deneyim paylaşımı olarak yorumlandı. Venezuela Komünist Gençliği (JVC) genel sekreteri Carlos Aquino konferansın yoğun bir gündemi olduğunu belirterek, konferansta Latin Amerika gençliğinin ve dünya gençliğinin Bolivarcı politikaları tartışma fırsatı bulduklarını söyledi. Aquino konferansın barış ve sosyal adalet için emperyalist saldırılara karşı birlik çağrısı olduğunu ve gençliğin sosyalizmin yapılandırılması için geçirilen değişim sürecinde çok önemli bir role sahip olduğunu sözlerine ekledi.

Toplantıya İspanya, Britanya, Kolombiya, Arjantin, Yunanistan ve diğer ülkelerden delegasyonlar katılım gerçekleştirdi. Konferans aynı zamanda toplantıyı düzenleyen Venezuela Komünist Gençliği’nin 59. kuruluş yıldönümü ile de aynı zamana rastlıyor. Yaklaşık 100 ulusal ve uluslararası örgütün davet edildiği konferansta Venezuela Komünist Partisi 12. Kongresi’nde alınan kararlar üzerine tartışmalar da yürütülüyor. Bu kongrede kömünist gençliğin öğrenciler, işçiler ve toplumdaki genç insanlar üzerindeki büyük etkisinin ortaya çıkartılması ve Venezuelalı gençlerin örgütlenmesi ve bilinçlendirilmesi için çağrı yapılmıştı.(SOL)

 

Posted in Genel Haberler, Sosyal Hareketler, Venezuela | Leave a Comment »

Küba Dünyaya Işık Dağıtıyor

Posted by lahy 16/09/2006

Küba’nın kamu sağlığı, tıp eğitimi, temel bakım ve uzmanlık kollarında hızlı bir gelişme göstermesini ve 1970’lerin sonlarında ülkenin bu alanlarda birçok gelişmiş ülkeyi geride bırakmasını sağlayan 1959 Küba Devrimi meyvelerini diğer ülkelerin yoksullarına da dağıtmaktan kaçınmıyor. ABD’nin yıllardır süren ağır mali ambargosuna rağmen yıllardır eğitim ve tıp alanlarında muazzam ilerlemeler sağlayan Küba, ‘Mucize Operasyonu’ adlı program çerçevesinde gelecek birkaç ay içinde Afrika ve Asya ülkelerindeki görme bozukluğu ve engeli olan yüz binlerce yoksul insana Kübalı doktorlarca ücretsiz göz cerrahisi hizmeti sunulacak.

Bu, aslında Küba’nın Latin Amerika’da ve Karayipler’deki 28 ülkede yüz binlerce yoksula görme duyusunu kazandıran kampanyasının genişletilmiş devamı. Programın 2004 Temmuz’unda bir grup Venezüelalı hastayla başlamasından bu yana Kübalı doktorlar özellikle katarakt hastaları olmak üzere 375 bin 619 hastayı ameliyat etti.

KAMPANYA DAHA DA BÜYÜYECEK
Kampanya yetkilileri, Havana’daki 34 ameliyat odasına sahip Küba Oftalmoloji (Göz Hekmliği) Enstitüsü’nün 62 doktoru ve çok sayıdaki sağlık çalışanının, eşzamanlı ameliyatlar yapacağını belirtiyor. Enstitünün yöneticisi Marcelino Rios Torres, Havana’da Bağlantısızlar Hareketi Zirvesi için bulunan gazetecilere yaptığı açıklamada, “Asya ve Afrika’da birçok ülke Küba’dan bu konuda yardım istedi. Aralık ayında Küba hükümetince sağlanan teknolojiyi kul-lananan ilk göz kliniği Asya ve Afrika’da henüz belirlenmeyen bir ülkede açılacak ve bunu diğerleri izleyecek” dedi. ‘Mucize Operasyonu’ ayrıca Venezuela ve Boliv-ya’daki kliniklere de taşınacak ve Kübalı doktor ve sağlık çalışanlarından oluşan ekipler, Ekvador ve Meksika’ya gönderilecek. Küba hükümeti kampanya çerçevesinde ameliyat masraflarının yanı sıra yol ve diğer masrafları da karşılıyor.

SIRF PARALARI OLMADIĞI İÇİN…
Program büyürken, Küba çoğunlukla Avrupa Birliği ve Asya’dan göz cerrahisi alanında birçok teknoloji elde etti. Küba’nın kazandığı teknolojiyi uzmanlarını yoksulların hizmetine sunarak kullandığını söyleyen enstitünün yönetici yardımcısı Reinaldo Ri-os Caso, “Hastaların tamamı yoksul ve yoksul olmaları nedeniyle yıllardır görememeye mahkûm olmuşlar. Bu insanlar böyle bir yardım almasaydı tedavi olanağı olmasına rağmen paraları olmadığı için körlüğe mahkûm olmaya devam edeceklerdi” diyor.

Program birçok ülkedeki yoksulun gün ışığını görebilmelerini sağlarken, Küba’da da birçok insan için mucize niteliğinde. 1959 devriminden önce Küba’da sadece 117 göz doktoru hizmet verirken, Fidel Castro iktidara geldiğinde bu sayı 37 idi. Şimdi 800’den fazla ve yakında bine ulaşması bekleniyor. Kübalı doktorların 79 bin 828 Kübalı hastası bulunuyor.

Kampanyaya katılanların bayraklarıyla donatılmış enstitünün bekleme odalarından birinde 73 yaşındaki Maria Guadalupe Ortiz Calderon katarakt ameliyatı için gün sayıyor. Calderon, insanlarının genellikle aç olduğunu söylediği Meksika’nın Arteaga köyünden gelmiş. İki yıldan fazla bir zamandır tedavi için gerekli parası olmaması nedeniyle katarakt, Calderön’un görme duyusunun neredeyse tamamını yitirmesine neden olmuş. Calderon, köyündeki insanların Küba’daki programı duyduklarını ve eşinin kendisini programa katılmasını söylediğini anlatıyor. Böylece Meksikalı yetkililer gerekli belgeleri hazırlayarak onu Hava-na’ya göndermiş. Calderon, geçen hafta Küba’ya vardığında Kübalı hemşireler ona göz damlası vererek ameliyata hazırlamış. Calderon “Bu damlalarla Tanrıya şükür, biraz olsun görebiliyorum” diyor ve artarda teşekkür ediyor. Dünyanın süper gücü ABD’nin burnunun dibinde ağır mali ambargoya rağmen sosyalist sistemi yaşatmaya çalışan Küba, 47 yılda sağlık alanında çarpıcı başarılara imza attı ve birçok gelişmiş ülkeyi hatta ABD’yi bile geride bıraktı. Örneğin bebek ölüm oranı ABD’de binde 12, Türkiye’de binde 80 iken Küba’da binde 6. Her bin kişiye 6 doktor düşüyor. Bu oran ABD’de binde 2.5. Rios Caso ‘Mucize’yi şöyle anlatıyor: “Bunun ‘Küba’da üretildiği’ doğru: Sabah üçe veya dörde kadar ameliyata giren doktor-larlar muazzam bir kararlılıkla çalışıyor. Bu Küba devriminin gerçek bir ürünüdür.” AP- Birgün

 

Posted in Genel Haberler, Küba | Leave a Comment »

Metin Yeğin’le “Patronsuzlar”* ve “Topraksızlar”ın** Latin Amerika Sol Dalgasındaki Yeri Üzerine

Posted by lahy 16/09/2006

Latin Amerika’daki sol yükselişte patronsuzlar ve topraksızların, genel olarak toplumsal hareketlerin rolü nedir?Son dönemlerde bir Latin Amerika trendi yükseldi. Herkes Latin Amerika’dan bahsetmeye başladı. Ama aslında Latin Amerika’dan bahsederken bir yanlış yapılıyor; “Latin Amerika’da her şey olabilir, burada olmaz. Orada olan her şey masalımsı bir şey” biçiminde. Halbuki tamamen bizim hikayemiz Latin Amerika’da yaşananlar.

Brezilyalı entelektüel Emir Sader’in söylediği gibi, Latin Amerika aslında neo-liberalizmin bir laboratuarı. Neo-liberal politikalar dünyada ilk olarak aslında Allende hükümetinden sonra Pinochet cuntasındaki uygulamalarla başladı. Daha sonra teorize edildi. Bizim önümüze çıkan neo-liberal politikalar orada on yıldan daha önce uygulandı. Bu yüzden bu neo-liberal politikalara karşı direnişler de bizim için tam bir örnek.

Bu iki kitapta da bahsedilen, gerek toprak işgalleri, Brezilya Topraksız İşçiler Hareketi, gerekse de fabrika işgalleri oradaki aslında en önemli olay. Şimdi, dışarıdan bakıldığında Latin Amerika’da sol hareketin genel bir yükselişini görüyoruz. Lula’yla başladı, daha sonra Arjantin isyanları, Uruguay’da sol koalisyon, arkasından Bolivya (hepsi ayrı ayrı tabii ki bunların) ve arkasından Venezüella, Şili… genel bir yükseliş görüyoruz. Bence bu genel yükselişin esas harekete geçiricileri oradaki toplumsal hareketler.

Mesela şimdi Lula’nın Brezilya’daki etkisi çok büyük ama orada topraksız işçi hareketinin rolü çok büyük… Brezilya Topraksız İşçi Hareketi, daha önceki kitaptan da bildiğiniz gibi (yeni kitap onun daha genişletilmişi) büyük toprak sahiplerinin topraklarını işgal ediyor, bu topraklarda kolektif tarım yapıyor, alternatif tıp ve alternatif eğitim veriyor, başka bir demokrasi uyguluyor. İşgal ettiği toprağın büyüklüğü İrlanda’dan, Belçika’da büyüktür. Ve üç milyon kişi bu başka dünyada yaşıyor.

Şimdi büyük bir Brezilya’da, dünyanın en büyük toplumsal/sosyal hareketlerinden bir tanesi, topraksız işçi hareketi. Aynı zamanda tabii her yerde olduğu gibi de diğer türlü bir karşılaştırma yaparsanız, işte Brezilya buna karşı 185 milyon derseniz… bu şekilde bakmamak gerekir. Çünkü bu toplumsal hareket esas olarak bütün çevreyi ve özellikle solu çok fazla etkiliyor. Dolayısıyla onların kendi belirledikleri organlarda, oradaki sol hareketi de bir bütün olarak başka bir tarafa sürükleyebiliyor.

Önceki seçimlerde Lula’yı öneren sosyal hareketlerden bir tanesiydi Topraksız İşçi Hareketi ve bu yüzden o sürecin ilk etabını kuranlardan.

Aynı şekilde Patronsuzlar kitabında özellikle sözünü ettiğimiz Latin Amerika işgal fabrikalarında ise… Bu neo-liberal politikalar sonucu iflas ediyor fabrikalar, çünkü özellikle stratejik ortaklıkları olan büyük fabrikalar iflas ettikten sonra peş peşe önce 80-100 kişilik atölyeler daha sonra ise büyük fabrikalar iflas etmeye başlıyor; bu tabii ki bizim başımıza yakında gelecek şeyler. Bunun üzerine işçiler o fabrikadan ayrılıp başka bir tarafa çalışmaya da gidemiyorlar. Öbür fabrikalar da iflas ediyor, ülke tamamıyla bir çöküş haline geliyor. Bu durumda işçiler diyorlar ki, “biz bu ekonomik krizden sorumlu değiliz. Bu fabrikayı da biz yönetmiyorduk ama siz gelip makinelerimize el koyduğunuz zaman bizim ekmeğimize el koyuyorsunuz” diyorlar ve direniyorlar. Fabrikaları teslim etmiyorlar ve aynı zamanda üretime devam ediyorlar ve başka bir hareket yaratıyorlar.

Böylesi bir toplumsal hareket de aynı zamanda kendi dinamiğiyle solu da etkiliyor tabii ki. Her ülke de farklı olarak nitelendirebiliriz ama. Diyelim ki Uruguay’da 80 tane fabrika var ve 9000’e yakın işçi var, patronsuz; Arjantin’de 300 tane fabrika, okul, klinik, otel aklınıza ne gelirse, hepsi var.

Tüm bu hareketler, içlerindeki değişik tartışmalar kitapta da bahsedildiği gibi solu da bir başka tarafa sürüklüyor. Bu tartışmalar, fabrikalardaki özyönetim denemeleri solu olumlu ya da olumsuz etkiliyor aslında. Diğer taraflara da bakarsanız, Bolivya’da toplumsal bir sendika olarak görebileceğimiz COB, Halk Meclisleri, doğrudan olarak ülkede iki kez özellikle köylüler ve madencilerin önderliğinde, doğalgazı yabancılara satacak olan özelleştirme yanlısı hükümetlere karşı “artık yeter” diyerek sokaklara çıktılar ve ellerindeki dinamit lokumlarıyla iki kez parlamentoyu onların başlarına geçirdiler.

Dolayısıyla Chavez’i bir tarafa bırakırsak, bütün Latin Amerika’da bu sol çıkışın temel dinamiği bu toplumsal hareketlerdir. Bunun yansımalarıdır iktidarlar; iktidarı bir bütün olarak kastetmiyorum. Buna karşı ya oradaki siyasal partiler kendilerini daha sola sürüklüyor ya da egemenler de neo-liberalizmi sol görünümlü biçimler ve partiler şeklinde sürdürmeye çalışıyor.

Her olasılıkta da Latin Amerika’da sol bir yükseliş var, bu solun esas aktörleri toplumsal/sosyal hareketlerdir. Brezilya’daki Topraksız İşçi Hareketi bunun en önemli unsurlarından bir tanesidir. Brezilya’da, Uruguay’da, Arjantin’de, Venezüella’da fabrika işgalcileri; Bolivya’da madenciler olmak üzere toplumsal hareketlerin önemli bir tarafını teşkil ederler. Özellikle neo-liberalizme karşı direniş içinde, bize de çok yakın şeyler. Ben bu toplumsal hareketlerin örgütlenmesinin, Türkiye’de neo-liberal politikalar sonucu çıkacak direniş hareketlerinin; Türkiye’deki sol hareketi de Latin Amerika’daki gibi etkileyeceğini düşünüyorum.

Düzen bu hareketleri kendine entegre edebilir mi?

Bu bir süreç aslında. Yani “entegre edemez” ya da “entegre edecektir” denilemez.

Şimdi özellikle Türkiye’de şöyle bir şey görüyoruz. Her şey bir politik mücadele etrafında algılanıyor. Bütün bu hareketlerin politik mücadeleden ayrı bir yanı yok, onunla birlikte yürüyen bir şey. Bu nedenle bu toplumsal hareketlerin sadece kendi alanında kalması zaten mümkün değil. Felsefi olarak da mümkün değil, pratikte de mümkün değil. Onların kendi hedefleri anlamında da böyle değil, genel olarak bakarsak.

Bunların düzen tarafından entegre edilmesinin iki tane örneği var. O da olabilir ya da olmayabilir. Mesela Topraksız İşçi Hareketi her ne kadar Lula’yı önerse de, aynı zamanda Lula’nın politikalarına mahkum kalmadı ve kendisi de Lula’yı eleştirmeye başladı. Zaten Lula’yı önerirken de bunun tek başına bir çözüm olacağını düşünmüyordu.

Onlarla konuştuğumda da zaten, şunu söylediler: “Bir tane siyasal hareket düşünün, bir tane parti düşünün; baştan beri işçi mücadelesini savunmuş. Onun lideri işçi mücadelesinin içinden gelmiş ve işçi mücadelesini savunuyor. Bizim de ilk defa Brezilya’da bir iktidarda kendi sesimizi duyurabilme şansımız var. O zaman neden desteklemeyelim?” Lula’nın politikasını da bir devrimci politika olarak düşünmüyorlardı zaten.

Bu konuda aslında bu soruya tam cevap Arjantin’dir. Arjantin’de bu toplumsal hareketler, mesela piqueteros hareketi, yani işsizler hareketinin, işçi olmadıkları için üretimden gelen güçlerini kullanarak, üretimi durdurarak etkili olması mümkün değildi. Bu yüzden şehre gelen ana arterleri, ana yolları kestiler. Böylece şehre gelen hammaddeyi durdurdular. Şehirden çıkan mamul maddeyi durdurdular. Böylece aslında üretimi durdurdular. Çünkü otobanlar kapitalizmin can damarıdır.

Geçen bizde de aynı şekilde fındık çiftçileri otobanı kestikleri için, onların can damarlarını kestikleri için büyük etki yaptılar Türkiye’de.

Piqueteros hareketi, yaşamlarını idame ettirmek için sokaklara çıkan insanlar, hükümetten belirli haklar aldılar. Bu haklarla yaşamlarını devam ettirdiler. Ama daha sonra sol-Peronist Kirchner hükümeti geldiği zaman, bu toplumsal hareketin, Piqueteros hareketinin önemli bir bölümünü kendisine entegre etti.

Zaten bir devlet geleneği var Arjantin’de. Ve önce haklar alan Piqueteros hareketi kişi başı belli bir para almayı hak etti. Fakat bunu insanlar kendi başlarına almıyordu. Hareket bütün olarak alıyordu. Ama Kirchner daha sonra bu hareketlerin önemli bir kısmını, düzenli bir maaşla düzenin içinde neredeyse yan bir unsur olarak kullandı. Özellikle kendisine muhalif hareketlerde de bunu kullanmaya başladı. Böylece bir entegrasyon söz konusu oldu. Ama bunun yanında birçok Piqueteros hareketi de kendi ortak komünlerini örgütlemeyi sürdürdü. Kendi bağımsız ve yaygın örgütlenmelerini üretmeyi sürdürdü.

Piqueteros hareketinin bu konumu bu sorunun tam olarak cevabıdır aslında. Bütün süreçte, bu entegre olabilir düzen içerisine; ya da tam tersi, düzeni değiştirebilme dinamiğinin temel unsuru olarak devam etmesini sağlar bu hareketin. Bu yüzden de ikili bir tarafı var bu sürecin. Mesela, bizde de bana sürekli sorulan sorulardan bir tanesi şu: “Peki bu ne kadar sürecek?” Bunu ben Arjantin’dekilere sorduğumda, “fabrika işgalcileri ütopik midir?” diye, “evet, ütopik belki de. Mesela Thomas Mann diye Amerikalı bir yazar, bizi ütopik sosyalist diye nitelendiriyor. Bu devam edebilir mi? E, edebilir. Yapıyoruz, işte yapıyoruz biz” şeklinde cevaplıyorlar. Nereye kadar olur; bu başka bir şey. Ve diyorlar ki, “eğer biz bunu yapmasaydık, zaten bitecekti. Bunun iki tane yolu var. Ya fabrikalar kapanınca gidip evinizde oturacaksınız, ya da fabrikayı işgal edip üretime devam edeceksiniz, direneceksiniz. Üretime devam etmek, direnmek; aynı zamanda insanlar başka bir biçimde karar alabilme, sokağa müdahale edebilme, mücadelenin içerisinde olabilme işini üretiyor.”

Gene bir başka Arjantinli kızın sözünü söyleyeyim; 26 yaşında bir kızdı ve hayatı boyunca sadece işgal fabrikalarında çalışmıştı. O diyordu ki, “zaten Arjantin’de bir işte yıldan fazla çalışan göremezsiniz. Üç aylık sözleşmeler yapılır. Bir yıldan fazla aynı işte çalışan insanlar göremezsiniz, neo-liberal uygulamalar sonucu. Ben yıllardır işgal fabrikalarında çalışıyorum ve sen bana soruyorsun ki, patronsuz çalışmak mümkün mü? Bu soru bana çok garip geliyor. Ben bunun tam aksini düşünüyorum. Çünkü ben sadece patronsuz yerlerde çalıştım. Bence patronlu çalışmak mümkün değil” diye cevap veriyordu.

Böyle tam bir ikili tarafı vardır. Yani düzene entegre olabilir, bu bir süreçtir.

Karaburun’da bir toplantı sonrasında arkadaşlar beni bir keçi kırkım yerine götürmüşlerdi. Yemek pişiriyorlardı. Keçilerin kıllarını kırkıyorlar. Ondan sonra da şenlik gibi herkes ortak bir yemek yiyor. Bu üretimin ortak bir tarafını yaratıyorlar. Orda bir tatlı pişiriyorlardı. Ev sahibi de büyük bir kazanda tatlıyı karıştırıyor. Sordu bir tanesi, dedi ki “ya ne zaman olacak?” Adam: “Ben, bilmem ateş bilir.” Yani eğer ateşi körüklerseniz, ateşin içinde olursanız, ateş olursanız; düzene falan entegre olmaz. Ateşin içinde olunmazsa da, düzene entegre olur. Aslında bunu ben de bilmiyorum, ateş biliyor.

Bu hareketleri nasıl bir politik geleceğin beklediğini düşünüyorsunuz?

Aslında ikinci soruyla birlikte cevap vermek gerekiyor. Şimdi aslında Latin Amerika tam bir kırılma noktasında. Neo-liberaller Arjantin’de tekrar ortaya çıkmaya da başladılar. Yani “özelleştirme oldu ama sonra yanlış kullanıldı, yoksa bugünlere gelinmeyecekti” diye. Büyük bir değişim söz konusu olabilir.

Aslına bakarsanız bütün toplumsal hareketleri, Brezilya’yı, Arjantin’i, Uruguay’ı, Venezüella’yı, hatta bunun içerisinde Kolombiya, Meksika’yı da koyduğunuz zaman çok büyük farklılıklar teşkil eden hareketler ve bunların hepsi farklı düzeylerde politik aktörler olarak yer alıyor. Bana kalırsa, esas olarak nasıl ki bütün toplumsal hareketler bugün Latin Amerika’da yükselişi belirlediyse, bu hareketlerin geleceği de yine Latin Amerika’yı ve dünyayı belirleyecek.

Mesela, bunun en güzel örneklerinden bir tanesi, Evo Morales. Evo Morales daha önce iki kere parlamentodaydı. Parlamentoda diğer partilerle açıkça ittifaklar yaparak, bazı itirazları da olsa örneğin doğalgazın yurtdışına satışına müsaade ediyordu. Şimdi görüyoruz ki, Evo Morales’in çizgisi Latin Amerika’daki en sol yerlerden biri. Çünkü esas olarak Evo Morales’i zorlayan COB ya da oradaki sokaktaki toplumsal hareketler. Dolayısıyla Evo Morales bu toplumsal hareketlerin etkisinden çıkamıyor şu anda; dolayısıyla etkileniyor ve solu sürüklüyor.

Bolivya’yı etkileyen Şili’yi de etkiliyor. Chavez, bütün Latin Amerika’yı dolayısıyla bütün Latin Amerika’yı etkiliyor.

Kısaca değinmek gerekirse, Venezüella içinse farklı bir durum söz konusu. Oranın toplumsal hareketiyse zayıf ve dolayısıyla farklı bir durum söz konusu. Chavez’i besleyen de diğer ülkelerdekilerin; yani Brezilya’daki topraksızlar hareketi, fabrika işgalcileri ya da Bolivya’daki gibi toplumsal hareketler, Chavez’i besleyen biraz da. Çünkü ikisi karşılıklı birbirlerini besliyor.

Bu yüzden nasıl bir politik gelecek olduğunu düşünürsek, gene biraz önceki şeye geri döneceğim. Ateşin körüklenmesine bağlı, aslına bakarsanız. Onlar da genel olarak bunun farkındalar aslında. Arjantin’de biraz daha farklı düşünülse de, genel olarak fabrika işgalcileri kendi durumlarının mutlaka politik iktidara bağlı olduğunun farkındalar. Topraksız İşçi Hareketi bunun çok net olarak farkında, çünkü mesela Brezilya’da yıllarca toprak işgalleri olmuştu; ne zaman ki cunta geldi ya da sağcı iktidarlar geldi o topraklar geri alındı. Bu yüzden MST’nin uyguladığı demokratik biçim, herkesin karara katılması, gerçek bir demokrasi uygulaması içerisinde, bu demokrasi biçiminin düzene entegre edilmesi, emilmesi mümkün değil.

Nasıl bir politik geleceğin beklediği bütün dünyayla da bağlantılı bir şey aslında. Bu toplumsal hareketlerin, bütün toplumsal hareketler gibi yeni adımlar atarak, hem ikili bir mücadele içerisinde hem de kendi bağlantılarını güçlendirerek kendi özyönetimlerini sürdürmeleri gerekiyor. Hem de aynı zamanda diğer hareketlerle bağlantılarını sürdürerek başka bir mücadele içerisinde bulunmaları gerekiyor.

Bunlara tek tek sorduğumda, “ne istiyorsunuz” dediğimde, çoğu işte “devrim istiyoruz aslında. Bundan başka çözüm olmayacak” diyor. Bu şekilde demeyenler de bunu başka bir biçimde ifade ediyorlar. Bu tabii ki bir süreç sorunu. Ateşi ne kadar körüklerlerse, ateşi ne kadar beslerlerse… Sonuç olarak yine de ateşe bağlı yani.

1 Eylül

* Metin Yeğin’in Versus yayınlarından yeni çıkan ve Neoliberalizme karşı Latin Amerika’daki direniş öykülerini anlatan üçlemenin ilk kitabı. Kitabın yanında ücretsiz olarak verilen dört de belgesel film var.

** Yazarın yine aynı yayınevinden çıkan ve işgal fabrikaları hareketini konu alan kitabı.

kaynak: latinbilgi.net

 

Posted in Brezilya, Genel Haberler, Topraksızlar Hareketi | Leave a Comment »