latin amerikan haber yorum

Archive for 22 Eki 2010

Arjantin: Partido Obrero üyesi sendika bürokrasi tarafından öldürüldü; işçiler greve gitti

Posted by lahy 22/10/2010


BUENOS AIRES –  Çarşamba günü  demiryolu sendikası Union Ferroviaria bürokrasisini protesto eden taşaron firmalarda çalışan işçiler ve protestoculara ateş açılması sonucu  23 yaşındaki öğrenci Mariano Ferreyra vurularak öldürüldü; iki militan da  yaralandı. Saldırının sendika bürokrasinin koruma görevlileri tarafından gerçekleştirildiği iddia ediliyor.

Avellaneda tren istasyonunu bloke etmek isteyen taşaron firmalarda çalışan işçilere karşı sendika bürokratları tarafından düzenlenen saldırı ülke çapında tepki uyandırdı. Taşaron firmalarda çalışan işçiler ana kadroya alınmak için mücadele ediyorlar.

Cinayetin ardından işçiler Buenos Aires’de ana yolları  bloke etti; CTA sendika federasyonunun genel grev çağrısı üzerine kamu ulaşım araçları ve bir çok işyeri greve gitti, Dün, Perşembe günü tarihi Palaza de Mayo da yapılan protesto yürüyüşüne 60.000’den fazla kişi katıldı. Göstericiler Arjantin devlet başkanı Christina Fernandez Kirchner ve hükümetini protesto ettiler.

23 yaşındaki  Mariano Ferreyra, Troçkist bir parti olan İşçi Partisi, ( Partido Obrero de Argentina) üyesi idi. Partido Obrero üyesi olan 56 yaşındaki Elsa Rodríguez ise ağır yaralı olarak kaldırldığı hastahane de yaşamı için mücadele veriyor.

Partido Obrero lideri Jorge Altamira, ” sendika gangsterleri hükümetin bir koludur” dedi. Partido Obrero olay yerinde bir çatışma olmadığını, protestocu işçi ve göstericilere doğrudan ateş açıldığını söyledi.

Foto: Plaza de Mayo da Ferreyra’nin katlini protesto eden işçiler

Posted in Arjantin, İşçi Hareketleri-Sendikalar | Etiketler: , | Leave a Comment »

Küba: Sosyal Demokrat muhalifler ”neo=liberal tedbirleri” red ediyor

Posted by lahy 22/10/2010

Küba’dan gelen haberler, özellikle havanatimes.org gibi siteler ve muhaliflerin bloglarında yer alan görüşler Küba Hükümeti’nin yapısal değişiklik reformlarının emekçi kitleleri  kitleler halinde işten çıkarmalara karşı harekete geçirmesi ihtimalini gündeme getiriyor.  Bu ihtimal gerek sosyalist gerekse de kapitalizm yanlısı güçlerin söylemlerinin birbirine karıştığı bir durum yaratabilir. Böyle bir gelişmenin ilk örneklerinden biri kapitalizm yanlısı sosyal demokrat Arco Progresista grubunun,  Salı günü bir açıklama yaparak Küba hükümetinin yapısal reformlarını  neo=liberalizmin Küba’da uygulanması olarak nitelemesi oldu.  Hem ”vahşi kapitalizme”  hem de ”komünizme” karşı çıkan Arco progresista’nın kitlelerin sosyal haklarını savunmak konusunda ne kadar samimi olduğu şüphelidir,  ancak  kitlelerin ruh halinde ki değişmeyi ya da gelişmekte olan tepkiyi algılayarak Küba hükümeti’ni sol bir söylemle eleştirmeye başladıklarını vurgulamakta fayda vardır.

Ayrıca, Arco progresista’nın eleştirilerinin incelenmesi Küba da parti ve devlet bürokrasisi ile işçi sınıfı arasında ki ilişkinin analizíni gerekli kılıyor. Küba’da neo=liberal reformların uygulandığı gibi bir tez bütün demagojik karakterine rağmen mevcut krizinin bedelini kimin ödediği, devrimin kazanımlarının korunup korunmadığı gibi bir incelemeyi gerekli kılmaktadır. Sosyalizmi, yalnızca burjuvazinin mülksüzleştirilmesi ve kamu mülkiyeti bağlamında gören, sosyalizmin aynı zamanda, işçilerin öz yönetimi, işçi kontrolu ve işçi demokrasisi anlamına geldiğini unutan yazar ve akımlar sınıf=parti ilişkisini incelemeye istekli değillerdir. Bu kesimlerin bütün dikkatlerini mülkiyet ilişkileri üzerine toplarken işçi demokrasisi, işçi kontrolü ve bürokrasinin devrilmesi konularını gerektiği gibi ele almamaktadırlar.  Devlet ve işçi sınıfının çıkarları özdeşleştirildiği zaman Küba’da işçi sınıfının mücadelesi söz konusu bile edilmemektedir. Oysa, olası bir işçi-kitle  hareketlenmesinin sınıf=parti bu ilişkisin bütün çıplaklığıyla gözlerimizin önüne sererek  devrimci gündemin ilk sırasına iteceğini görmek için kahin olmakda gerekmiyor.

Önümüzde ki haftalarda Küba da işçi sınıfı ve parti arasında ki ilişkiyi konu alan makale ve haberlere yer vermeye çalışacağız.

HAVANA – Kübalı sosyal demokrat muhalif grubu Arco Progresista salı günü bir açıklama yaparak, kamu sektöründe çalışan 500.000 işçinin işten çıkarılmasını  Küba’da neo=liberalizmin uygulanması olarak niteledi ve Raul Castro’nun  sosyalist olmadığını iddia ederek, hangi sınıfı temsil ettiğini sordu.

Arco sözcüsü  Manuel Cuesta Morua “ Tüm dünya solu ve sosyal demokrat sol’un hatırı sayılır bir kesimi büyük bir başarısızlık olarak orta çıkan politik bir projeyi destekledi” dedi.

Arco, Küba’nın tek sendikası olan resmi sendika CTC’nin hükümetin borazanı haline gelerek işçi sınıfına ihanet ettiğini söyledi.” CTC  işverenlerin hizmetinde bürokratik bir örgüttür” diyerek Sendika Başkanı Salvador Valdes’in istifasını talep etti.

“Büyük çaplı işten çıkarmalar ve – Küba yuttaşlarından saklanan-  yabancı sermaye ile gerçekleştirilecek yeni projeler, gecikmiş, kaba ve ilkel bir neoliberalizmi teşkil ediyor” dedi.

Arco, Küba da yapılan diğer reformlardan örnek vererek bunları  ”geçmişe ait ‘neoliberal modenleşme ” teşebbüsleri olarak niteledi; sivil toplumun baskı altına alınması ve buna paralel olarak ”askeri ve baskıcı sektörlerde mutlu bir kesim” yaratılması bu uygulamaların örnekleridir, dedi.

Kaynak: EFE, ABC.es

José Bell Lara: Neo-Liberalizm Küba’ya Giremeyecek

Küba’da kapitalizmin yeniden inşası

Posted in Genel Haberler, Küba | Etiketler: , | Leave a Comment »

José Bell Lara: Neo-Liberalizm Küba’ya Giremeyecek

Posted by lahy 22/10/2010

(Aşağıda José Bell Lara ile Johannes Wilm tarafından yapılan ve 10 Eylül 2010 tarihinde Havana’da gerçekleştirilen bir söyleşiyi bazı kısaltmalarla yayınlıyoruz. Dr. José Bell Lara, Havana Üniversitesi, Latin Amerika Sosyal Bilimler Fakültesi’nde bir profesör. Johannes Wilm ise Critical Sociology dergisi danışma kurulunun bir üyesi ve Küba devrimi/sosyalizmi konusunda yayınlanmış iki kitabı bulunuyor).

Johannes WilmKüba hükümeti son olarak ülkede bazı değişikliklere/reformlara gidileceğini duyurdu. Bu değişiklikler arasında, insanlara daha fazla bağımsız iş yapma imkânı tanıma projesi de yer alıyor. Kübalı’lar bu reformlardan neler bekliyor?

José Bell Lara: Küresel ölçekli derin bir kriz dönemindeyiz. Ve şüphesiz Küba da bu krizden etkilendi. Zira Amerika’nın uyguladığı ambargoyla birlikte düşünüldüğünde Küba ekonomisi güçlü bir etkiye sahipti. Sosyalist projeyi sürdürmek için etkin biçimde işleyen bir ekonomiye ihtiyacımız var. Bu anlamda verimliliği artıran ve yaşam koşullarını iyileştiren değişkenleri yaymamız gerekiyor.

Devlet istihdamı söz konusu olduğunda, uzun bir dönem boyunca Küba devletinini sürdürdüğü paternalist [babacan] bir politikaya sahiptik. Kamuda ihtiyaç duyulandan daha fazla personel var. Örneğin beş kişilik bir yerde sekiz personel çalışıyor. Daha fazla üretebilenler, daha az üretebilenler…Aynı anda fazla işgücüne anlamlı bir istihdam fırsatı tanıyarak, kamu sektöründe optimal bir rakam bulmak zorundayız.

Sosyal koruma mekanizmaları sayesinde Küba’da kimse işsiz kalmayacak. Avrupa’da ya da Kuzey Amerika’daki bir ülkede fazla iş işgücü, devlet desteği kapsamında sadece 4 ile 6 hafta arasında değişen sürelerle eve gönderilir. Burada, kamu sektöründe azami verimlilik arayışıyla bağımsız olarak çalışmak ya da birçok faaliyetin kooperatifleştirilmesi yoluyla istihdam gibi farklı imkânlara kapı açılıyor.

Tarımsal alanda hem fazla teknik destek olmaksızın gelişebilen besin maddesi üreticisi kooperatifleri, hem de daha gelişmiş ürünler üreten ve bunun için gerekli teknolojiye sahip olan diğerlerini konuşuyoruz. 100.000′i aşkın kişi  tarımsal arazi tapusu alıyor.

Ayrıca beldelerimizde genel onarım işleri, ayakkabı yapımı ve tamirciliği, su tesisatçılığı ve kişisel hizmetler gibi çeşitli hizmet alanlarında ortaya çıkabilen güçlükler söz konusuydu. Şimdi insanlara kişisel olarak ya da kooperatifler düzeyinde bu işleri geliştirme imkânı yaratıyoruz. Kooperatiflerin konut inşası ve onarımı, yapı malzemeleri üretimi veya doğramacılık ya da tamiratçılık gibi hizmetler sağlaması da düşünülebilir. Bu alanda hem toplumsal bir sorunu çözecek, hem de güçlü bir ekonomi doğrultusunda ülkenin verimliliğine katkıda bulunacak bir iş kolunun gelişmesi beklentisi var.

Merkezi devletin ve ayrıca kişisel görüşümce halk konseyleri aracılığıyla daha yerel düzeyde bir kamu sektörünün, topluma yarar sağlayan ve böylece ülkenin zenginleşmesine katkıda bulunan belli iktisadi faaliyetler geliştirmesi gerekiyor.

Önemli olan devletin en temel üretim araçlarına sahip olması zorunluluğudur, çünkü ekonomide belirleyici öğe budur. Fakat çeşitli temel hizmet alanlarının merkezi olarak yönetilmesi son derece zor .

Nikaragua’da kooperatifler Sandinista programının asli bir öğesiydi. Küba’da tarımsal iş kollarında kooperatifler var. Fakat ulaşım gibi diğer iş kollarında kooperatiflere rastlamıyoruz. Onları farklı iş kollarında da görecek miyiz?

Böyle bir olasılık var. İlle de böyle olacağını doğrulayamam, fakat önemli yeni mekanizmalara sahibiz. Söz gelişi bu iş kolunda [ulaşımda] faaliyet göstermesi için belli kooperatiflere ruhsat verilmesi ya da devletin sürücülerle farklı bir ilişki kurması düşünülebilir. Ulaşım iş kolu bağlamında farklı biçimler bulmak  mümkün. Ürünler için de aynı şeyi düşünüyorum, bir dizi gıda ürünü kooperatifler ya da bireyler tarafından üretilebilir. Söz gelişi bazı kişiler kendileri ya da yakınları için şarap üretiyor. Bunlardan bazıları satmaya yetecek kadar şarap da üretebilir pekâlâ.

Peki ya küçük şirketler? Belli bir ürün üreten küçük şirketler de olacak mı?

Bu  yeni bir fikir değildir. Örneğin Havana’da halihazırda devlete ait 23 şirket var. Bu şirketler merkezi devletin değil, yerel yönetimlerin mülkiyeti altında bulunuyor. Ayrıca yoğurt ve soya sosu üreten bir kooperatif de var. Bunlar büyük ölçekli şirketler  değil, ama sonuç alıyorlar. Milyonlarca galon salça üretmeye yatkın kurumlar değiller. Fakat genelde Latin Amerika’da en büyük istihdam kaynağı büyük şirket değildir. Küçük ve orta boy işletmeler daha fazla iş üretiyor. Niçin? Çünkü karmaşık bir teknolojiye bağımlı olmayan bu küçük şirketler genelde 50.000 dolarlık bir yatırımla iş yaratıyor. Büyük şirketler istihdam edebileceği ücretliden çok daha fazla para kazanmak zorundadır.

Üretim bir şirket olarak kurumlaşırsa, bunun kapitalist sistemden farkı ne olacak?

Nitelik olarak farklı. Çünkü şeker, madencilik, biyoteknoloji ya da elektronik endüstriler gibi temel üretim araçları hâlâ devlete ait kalıyor.

Emeklilik sistemi Küba’da tam olarak nasıl işliyor?

Sosyal güvenlik sistemi için maaşınızın yüzde 5′ini kesin. Emeklilik 65 yaşında başlar ve otomatiktir. Bir işçi emeklilik başvurusunu yapar ve 60 gün sonra başvurusu onaylanır. Merkeze bağlı bir emeklilik fonu var. Ayrıca devlet bütçesinde sosyal güvenlik harcamasına tahsis edilen bir kalem yer alıyor. İşçiler ya da şirketler bu harcamayı karşılayamadığında, devlet uyuşmazlığı üstlenir. Genel olarak 200 milyon peso’luk bir açık söz konusu. Devlet bu toplamı karşılamak zorundadır.

Bu sistemi değiştirecek planlar var mı?

Hayır. Bu, toplumsal olarak  gerekli bir sistem. Üstelik emeklilik sistemlerini özelleştiren Şili’nin ve diğer bazı ülkelerin deneyleri oldukça berbat bir görünüm sergiliyor. Küba’da böyle bir şey asla olmayacak.

O halde bugün Küba ekonomisindeki başat sorunlar nelerdir? İlan edilen değişiklikler dışında, bu sorunların çözümüne ilişkin programlar da var mı?

Bu değişiklikler yalıtık değil. Halihazırdaki temel sorunlardan biri gıda güvenliğidir. Devlet farklı usullerle bu sorunun üstüne gidiyor. Örneğin aşılarla birlikte biyoteknoloji geliştirerek. İhtiyaç duyduğumuz şey, bilimsel-verimli bir sağlık konstelasyonu. Biyoenformasyon üniversitesi Küba toplumunu bilgisayarlaştırmak için mümkün olan her şeyi yapıyor. Diğer bir strateji ise kentlerde organik tarımın kurulmasıdır. Farklı kentlerde yürürlükte olan bir kenar mahalle tarım programı da var.

Öğelerini bizzat halk yarattığı halde, bu kendiliğinden olan bir şey değil. Bu kültürü ve organik-kentsel tarımı geliştiren bir devlet liderliği var. Devlet bunun gibi birçok meseleyi ele alıyor, çünkü gıda güvenliği devrimin bir parçasıdır.

Peki ama bu cidden gerçekçi bir şey mi? Örneğin her otobüs sürcüsü, tüketeceği ürünü üretmek zorunda mı kalacak?

Kimse bir şey yapmaya zorlanmıyor. Bunlar kendi isteğiyle katılım sağlayan insanlar. Kırsal alanın kentlerde büyük bir etkisi var. Kentlerde yaşayan kırsal kökenli büyük bir kitle var ve bu insanlar toprağı yeniden sürmeye girişiyor. Kişisel olarak ben bunu yapamazdım, çünkü tamamen kent kültüründen geliyorum.

İnsanlara arazi veriliyor. Üstelik bu arazi talebinin arzı aştığı bölgeler var.

Ayrıca gıda üretimindeki anlayışımızı da değiştirdik. Daha önceki anlayışımız “yeşil devrim” kavramına dayalıydı: büyük makineler, kimyasallar, gübreler vb. Şimdi bunu iklim değişikliği ve yüksek petrol maliyeti gibi diğer meselelerle de ilişiklendirmek zorundayız

1990′lardan bu yana Küba’da iş yapan yabancı kapitalistler var. Sizce bu durum 1990 öncesi Doğu Avrupa’daki süreçten ne ölçüde farklı? Orada da süreç böyle başlamıştı. Bu yatırımların kapitalist bir hayat tarzına ve yabancı sermayeye bağımlılığa yol açmasını nasıl önleyeceksiniz?

Kapitalizm yabancı sermaye yatırımı miktarının ötesinde, bir üretim ilişkisidir. Bir devrim küreselleşmiş bir dünyada gelişmek ve kendini tamamlamak için, sermayenin mantığını ve piyasa ideolojisini öğrenmek zorundadır. Ve yabancı yatırım bir ölçüde bunu sağlayabilir. Yabancı kapitalist buraya para kazanmak için geliyor. Sermayenin dünyasıyla iş yapmayı öğreniyoruz. Bazı ürünlerimizin piyasada yer edinmesini sağlamak, insanları kapitalist bir dünyada iş ve deneyim kazanmaya hazırlamak istiyoruz.

1989′da Küba’ya 200.000 turist giriş yaptı. Şimdi yıllık 1 milyondan fazla turist alıyoruz. Bu, Karayipler’de önemli bir artıştır. Bu nedenle otellerin nasıl yönetileceğini öğrenmek bizim için önemli konu. Karayipler’de başka hangi ülkenin oteline giderseniz gidin, orada tüm yöneticilerin yabancı olduğunu ve devasa şirketleri temsil ettiğini görürsünüz.

İlk olarak, otellerin Küba mülkiyetinde kalmasını hükme bağlıyoruz. Ayrıca otellerin idaresinde Kübalı’lar var. Orada sermayenin dünyasını öğreniyorlar. Bunun yanısıra Hotel Nacional gibi tamamen Kübalı’ların işlettiği oteller de mevcut.

Bir diğer boyut, Küba’ya gelen kapitalistlerin  istedikleri yere değil, yalnızca Küba hükümetinin yatırım yapılmasına ihtiyaç duyduğu yerlere yatırım yapmalarına izin verilmesidir. Üstelik büyük yatırımlara ‘birer birer” ilkesiyle onay veriliyor. Değerlendiriliyorlar ve etkileri ölçülüyor. Çok sıkı bir süreç bu, fakat ülke için daha güvenlikli.

ABD ambargosu muhtemelen Küba ekonomisinin en büyük sorunudur. Fakat öte yanda Amerika kuşatmaya yarın son verse, bu gelişme Küba ekonomisinde kaos yaratmaz mıydı? Böyle bir şey sosyalist planlı ekonominin yıkımı anlamına gelebilir mi ?

Böyle bir sonuca nasıl varılır anlamıyorum. Her şeyden önce ambargo sona ermeyecek. Ve ikincisi, ambargo kaldırılsaydı bile bu durum Küba ekonomisini olumsuz etkilemez, aksine iyileştirirdi.

Evet ama, bu beklenmedik bir değişim değil mi? Şayet ABD başkanı Obama yarın ambargoyu kaldıracağına dair bir işaret verse ve ertesi hafta 500.000 Amerikalı turist buraya gelse, ne olurdu? Bir sorun yaratmaz mıydı bu durum?

Olsa olsa otellerde yer bulmak açısından bazı sorunlar çıkabilir, ama devrim hiç de sona ermez. Papa geleceği zaman da şu söylenmişti: “Papa Küba’ya gittiğinde sosyalizm yıkılacak.”  Oysa Papa geldi, milyonlarca insan onu görmeye gitti ve devrim sürüyor. Elbette ambargo kalkarsa, bu neler yapabileceğimizi göstermemizi imkân sağlayabilir. Söz gelişi, internet: burada bir dökümanı bilgisayara yüklemek için 30-60 dakika beklemek zorundasınız. Oysa başka ülkelerde bu işlem sadece birkaç dakikayı alıyor. Bu anlamda ambargonun sona ermesi yapmamız gereken birçok şeyi yapmamıza olanak tanırdı.

Ama her koşulda ambargonun bugün, yarın ya da gelecekte bir gün kaldırılacağını sanmak sadece bir hayal. Amerika devrimi kabullenmeyecek. Ve onu yok etmek için elinden gelen her şeyi yapacak.

Küba dışındaki çoğu kimse büyük olasıkla şöyle düşünüyor: Fidel Castro öldüğünde Amerikan deniz kuvvetleri Havana’nın merkezine çıkarma yapar ve kapitalizm altı ayda kurularak, bütün ülke bir yılda çok-uluslu şirketlere satılır. Sizce bu gerçekci bir öngörü mü?

Bu yalnızca yanılsamadan ibaret bir öngörü. Amerikan deniz kuvvetleri burada boy gösterirse ikinci bir yenilgiyi yaşar. İlk yenilgisi Domuzlar Körfezi’ndeydi. Küba halkı onların karaya çıkmasına izin vermeyecektir, bizim silahlı bir halkımız var.

Ayrıca yalnızca Fidel değil, tüm bir parti var ortada. Devrim ideolojisini sahiplenen ve onu savunmak için ayağa kalkacak olan kuşaklar var. Devrim tek kelimeyle yol almaya devam ediyor. Aslında Fidel artık ön planda da değil. Hastalandığı süreçte de devrim sorunsuz biçimde devam etti. Kimse yas falan tutmadı. Sanırım Küba dışındaki insanlar, burada devrime öncülük edebilecek, Fidel’in ve Raul’un konumlarını üstlenebilecek kitleler olduğunu öğrenmek zorunda kalacak.

Yıllarca Küba çok yalnız kaldı. Şimdi ise Amerika Halkları İçin Bolivarcı Alternatif (ALBA) çerçevesinde kendine yeni ittifaklar buldu. Küba için bu anlama geliyor?

Hem Küba hem de Latin Amerika için çok şey ifade ediyor. Latin Amerika için kendi başımıza yürüyebileceğimiz anlamını taşıyor. Latin Amerika’nın politik haritası değişti. Bu değişim, dünya hükümdarlarının ve yerel oligarşinin değişime izin vermeyeceğini gösteren Honduras’taki askeri darbeyle bir parça kesintiye uğradı. Ancak eskiye dönüş olmadı, çünkü artık Amerika’nın büyük çomağıyla yönetilmeyen bir ülkeler grubu var.

ALBA özellikle Küba için ne ifade ediyor?

Ekonomik işbirliği imkânını. Burada farklı bir ticaret olanağı var. Şimdilik resmileşmemiş olsa da, ABD doları kullanmaksızın mübadele sağlayan bir ortak para birimi olarak Sucre var. Tüm diğer ticari anlaşmalar ve bütünleşme projeleri çok-uluslu şirketlere hizmet ediyor ve toplumsal gelişmeye öncelik tanımıyor. ALBA bir başka bütünleşme tipini temsil ediyor. Dolayısıyla bunun ALBA içinde yer alan ülkeler ve tüm Latin Amerika için önemli olduğu son derece açık bir şeydir.

Dış ülkelerde Küba’nın bir diktatörlük olduğu söyleniyor. Oysa Granma gazetesinde yayınlanan editöre mektuplarda ve öğrencilerle yapılan tartışmalarda öyle görünüyor ki, iktidara ve devrimci sürece yönelik eleştirilere oldukça açık bir yer var. Hep böyle miydi, yoksa bu yeni bir şey mi?

Dürüst olmak gerekirse, hep böyle değildi. Oysa eleştirel düşünce olmaksızın devrimci bir süreç  olamaz. Bu durumda bir gerçeklik tartışması yoktur ve gerçekte sorunlarla karşılaşılır. Bunu anlamak önemli bir adım.  Granma gazetesinde ve Juventud Rebelde‘de günlük olarak yayınlanan eleştirel yazılar görebilirsiniz. Bu, sorunların nerede olduğunu görmeyi sağlayacak biçimde, sağlıklı bir devrimci toplumun bir öğesidir.

Doğu Avrupa’da bu eleştirelliğin sosyalizmi yıkabileceğine inanmışlardı…

Bu bizim farklılığımız, çünkü tam aksine eleştiriyle güçleneceğimize inanıyoruz. Ve hayat bize doğru olduğumuzu gösteriyor.

ABD’nin “vahşi kapitalizm”ini Küba’da görmeyi arzulayan tek bir öğrenciyle bile karşılaşmadım. Fakat bazı öğrenciler Küba’nın Danimarka benzeri bir ülkeye dönüşmesi yönündeki arzularını dile getirdiler; onlara görüşüne göre yüksek sosyal güvenlik düzeyi nedeniyle Danimarka kapitalist bir ülke değil. Küba’daki yaşam standardının Danimarka’daki yaşam standardına benzemesi için kapitalizm içeriye sokulabilir mi?

Bu bir yanılsamadır, çünkü biz azgelişmiş bir ülkeyiz. Şayet buraya kapitalizm gelecekse, bu, Honduras’ın, Panama’nın, Nikaragua’nın ya da El Salvador’un kapitalizmi olur. Nesnel olarak bu böyle, çünkü kapitalizm çevre ülkeler üzerinde merkez ülkelerin tahakküm kurduğu küresel bir sistemdir. Bu yüzden sırf arzuya dayalı olarak Küba’yı Danimarka’ya çeviremezler. Eğer Danimarka’nın yaşam standardına ulaşacaksak, bu, sosyalizm altında olacak.

Fakat bu öğrenciler şunu da söylüyor: “Biz Birinci Dünya ülkelerindekine benzer bir eğitim düzeyine sahibiz.”

..ve de bir sağlık sistemine.

Bu nedenle merak ediyorlar: “Niçin bir Birinci Dünya ülkesi olamayalım ki?”

Çünkü sürekli ABD’nin saldırısı altındayız. Miami’den yalnızca 90 deniz mili uzaktayız. Danimarka, Norveç ya da İsveç bu konumda değil.

Doğru, peki ama Küba kapitalist sisteme geçiş yaparsa bu sona ermez mi?

Kuzey Amerikalı yatırımcılar buraya zenginliklerimizi ele geçirmeye geliyor. Küba’yı umursadıkları falan yok, tek düşündükleri yalnızca ne kazanabilecekleri. Gerçek sorun bu. Kolomb’un bir sözü vardır: “Buraya altın bulmaya geldim.” Ve bu söz, onların burada ne aramaya geldiğini tam olarak özetliyor.

Ama ABD biliyor ki, artık burada kalan altın yok!

Elbette ki var! Örneğin biyogenetik enstitüsü. Özelleştirebilseler, bu kurum çok para ederdi. Azgelişmiş bir ülkeyiz, çünkü bir zamanlar altın ve gümüş bakımından muazzam bir zenginliğimiz vardı ve tüm bu zenginlik deniz yoluyla Avrupa’ya gönderildi. Ama her şeye rağmen şimdi de zenginiz, çünkü insan sermayemiz var. Artık bunu ele geçirmek istiyorlar.

Kübalı’lar çok okuyor ve dünyada ne olup bittiğinin farkındalar. Örneğin Küba, ABD ve İran arasındaki olası bir nükleer savaşı engelleme mücadelesinde merkezi bir rol oynuyor. Fakat ABD ambargosu düşünüldüğünde, internet erişimi yavaş ve pahalı bir uyduyla sağlanıyor. Çoğu Kübalı hâlâ bu araca erişme imkânından yoksun. Bu durum değişecek mi?

Bu konuda çalışmalar var ve muhtemelen gelecek yılın ortasına kadar Venezüella hızlı ve geniş erişim sağlayan bir kablo bağlantısı kurmuş olacak. Bu arada biz, bir imtiyaz sistemi kullanmak zorundayız. Örneğin üniversitelerde internetimiz var, ve onlara öncelik veriliyor. Bir yanlışımız yok, bununla çalışmamız gerekiyor.

Bazı yorumcular Küba hükümetinin bunu engellemek istediğini söylüyor…

Bu yanlış bir bilgidir. Miami’de bir gazeteyi açarsanız bu tür haberlere rastlarsınız. Bu olsa olsa Kuzey Amerikan probagandasının zehirlediği kafaları etkileyecek bir şey.

Latin Amerika’nın kuzey kesiminde, geçen yüzyıl boyunca en azından birkaç yıl ayakta kalan üç sol devrim oldu. 100 yıl önce Meksika’da, 50 yılı aşkın süre önce Küba’da ve 30 yıl kadar önce Nikaragua’da. Meksika’da devrim yozlaşma ve neo-liberalizmin ölümcül bir karışımıyla sona erdi. Aynı şey Küba’da da olacak mı? Belli birkaç yıldan uzun süren bu tür devrimler yapmak imkânsız mı?

Burada sorun devrimin doğasındadır. ‘Bu devrimleri hangi toplumsal güçler yaptı?’ sorusunu sormamız gerekiyor. Meksika örneğinde, temel sosyal güç büyük ölçüde kırsal kesimlerdi. Porforio diktatörlüğüne karşı yapılan bir devrimdi bu. Ama bu devrimin liderliği orta sınıflardaydı. Ve onların sosyal projeleri, Porforio Diaz rejiminin musibetlerini taşımayan bir kapitalizmi kurmaktan öteye geçmedi. Devrimin ilk on yılı boyunca yoksul kitleler ciddi bir katılım gösterse de, onların arasında destek bulan çoğu devrimci lider orta sınıf devrimciler tarafından öldürüldü. Güney’i, onun köylü nüfusunu ve pek çok devrimci projeyi temsil eden Zapata’ya olan buydu. Aynı şey Pancho Villa için de geçerlidir.

Devrimin liderliğini yeni bir grup üstlendi ve devrimin gideceği yönü onlar belirledi. Bu yön, Avrupa refah devletlerinin Latin Amerikalı benzeri olan bir kapitalizmi yeniden inşa etmekti. 1930′ların sonunda Lazaro Cardenas’ın devlet başkanlığı döneminde bu süreç zirveye ulaştı. Bu dönem boyunca petrol millileştirildi ve yaşam standardı ölçülerinde ciddi bir gelişme kaydedildi.

Ancak Meksika’da egemen sınıfın yeniden yapılanması ve Meksika’nın dünya kapitalist sistemine göre yeniden düzenlenmesi daima sistemin genel eğilimini takip etti. Ve sistemin genel eğilimi bugün neo-liberalizmdir. Çünkü artık sosyalist kampla rekabet yok, ve Avrupa’nın, Kuzey Amerika’nın tüm kazançları kayboluyor.

Nikaragua’daki devrim de bir orta sınıf devrimiydi. Ancak bu doğrudan Amerikan emperyalizminin saldırısı altındaki bir devrimdi, ve devrimciler orada bazı hatalar yaptı. Yoksul halkın bir projesi, yani “Sandinista” projesi olduğu halde, Nikaragua devrimi üçüncü bir konum bulmaya çalışan bir devrimdi. Nikaragua bağlantısızlık, politik çoğulculuk ve bir karma ekonomi arayışına girdi. Bu ise Venezüella kapitalizmi benzeri bir oluşuma yol açtı.

Nikaragua kapitalist sınıfı politik iktidara sahip değildi, ama ekonominin büyük bölümü üzerindeki kontrolünü sürdürdü. Devrim emperyalizme direnemedi ve karşı-devrime yol açtı. Ülke, Ronald Reagan’ın yönetimi altında Amerika’nın geliştirdiği düşük-yoğunluklu bir savaş şeklinde süren bir saldırı dönemine girdi. Ekonomik kriz vardı. ABD destekli kontralara karşı, zorunlu askerlik hizmeti uygulaması gibi bazı yanlışlar yapıldı. Her şey toplumsal bellekte birikti. Sonunda devrim, devrimcilerin kaybettiği bir seçimle sona erdi.

Ama bu bir son değildi, 16 yıl sonra Daniel Ortega eskisi kadar güçlü şekilde olmasa da iktidarı yeniden kazandı.

Küba’da orta sınıf çok önemli bir rol oynadı. Ancak o bir sınıf olarak intihar ederek, Küba halkının diğer kesimlerinin çıkarlarıyla özdeşleşti. Kendi ideolojisini terk ederek, yoksul halkın ideolojisini kendisine temel aldı. Che Guevara “Savaş ve köylülük” başlıklı yazısında, kentli orta sınıftan gelen ve kırsal köylü nüfusla özdeşleşmiş insanların onu nasıl sevdiğini açıklar. Bu özdeşleşme orta sınıfı daha radikal olmaya götürdü. Ayrıca devrim, emperyalist saldırganlık karşısında hiç geri adım atmadı.

Emperyalizm halka dayalı ve anti-emperyalist bir devrimi hoş göremez. Bu anlamda Küba’nın 50 yıl boyunca kuşatma altında tutulması hiç de garip değildir, Küba hariç Latin Amerika’daki tüm halk devrimleri yıkıldı: 1944/54′de Guetemala, 1944/54′de Bolivya, 1971-73′de Şili ve 1979-90′da Nikaragua.

Amerika sabotajlar yapmaya devam ettiği, karşı-devrimci gruplar örgütlediği ve her yıl açıkça devrimi yenmeye milyonlarca dolar tahsis ettiği halde, Küba ayakta kalmayı sürdürüyor.

Neo-liberalizmin Küba’ya girmesi imkânsız mı demek istiyorsunuz?

Nesnel olarak konuşmak gerekirse, bu imkânsız bir şey. Böyle bir şeyin olması için nasıl bir durum gerekiyor ki? Bugün sistem kriz içinde ve tüm Latin Amerikalı hükümetler, bu ülkelerden bazılarının ekonomik pratiği hâlâ aynı da olsa neo-liberalizm karşıtı konumlara sahiptir. Neo-liberalizm 1990′larda Küba büyük bir krizdeyken bile buraya gelemedi, öyleyse şimdi neden?

Devrimlerin nasıl şekillendiğine bakalım: Meksika’da farklı birçok devrimci grup devrimci sürecin bir parçasıydı. Nikaragua’da Marksist-Leninist’inden anarşistine kadar, neredeyse tüm radikal sol güçleri “Sandinista” adı altında birleştiren bir strateji vardı. Fakat burada, yani Küba’da iş başında olan Komünist Partisi. Bu her şeyi kolaylaştırıyor mu?

Tamam, nihayetinde kolaylaştırıyor, çünkü tüm devrimciler aynı bayrak altında oluyor. Fakat bu, birliğe ulaşmanın kolay olduğu anlamına gelmiyor. Birleşik bir parti yaratmak, tarihsel olarak José Marti’yle ve İspanya’ya karşı verilen bağımsızlık mücadelesiyle önceden sahip olduğumuz bir deneyimdi. Marti bağımsızlık mücadelesine öncülük eden bir parti kurdu. Politik bir partinin ulusal bir kurtuluş mücadesine önderlik etmesi anlamında, bu, dünya da bir ilk örnekti.

Küba devrimi yolunda Fidel, ilk yıllarda 26 Temmuz hareketi ile daha öncesinde Küba Komünist Partisi olarak anılan Sosyalist Halk Partisi’ni birleştirmeyi başardı. Yeni parti Komünist Parti adını aldı, fakat bu, Küba Devrimi’ni bir birleştirme projesiydi.

Ve ilk komünist partisi bu yeni partinin bir parçasıydı…

Evet, ona tabi oldu.

Ve yeni Komünist Partisi’nin ideolojisi…

Elbette ki Marksizm’di.

Sosyalist Halk Partisi’yle yeni partinin ideolojisi farklı mıydı?

Farklıydı, çünkü eski parti çok önemli bir ulusal öğeye sahipti…Küba’da sosyalizm büyük ölçüde Küba’nın gerçekliğine uyarlı bir sistemdir. Diğer ülkelerde var olan modellerin bir taklidi değildir. Ve Latin Amerika’da her sosyalizm farklı olacak. Venezüella’da Bolivarcı bir öğeyle işaretleniyor, Ekvador’da yurttaş hakları gibi önemli bir projeyi taşıyor, Bolivya’da bir Yerli öğesi var. Başka türlü olsa, Latin Amerika sosyalizminden söz edilemezdi. Küba’nın ya da Venzüella’nın taklitleri bir başarı kazanamaz, çünkü gerçeklikler farklıdır.

Fakat bir de herkesin öğrenmek gibi seçeneği var, değil mi?

Yanlışlardan öğrenmeyi mi kastediyorsun?

Evet, örneğin Nikaragua’da Sandinistalar’ın Meksika ve Küba’dan öğrenmek, onlarda yolunda giden ve gitmeyen şeyleri görmek gibi bir seçenekleri vardı. Bu fırsatı yakaladıkları görüşüne katılıyor musun?

Kısmen evet, ve kısmen hayır. Devrim yapmak okula gitmeye benzemez; belli bir süre üniversite okuyan ve binaları nasıl yapacağını öğrendikten sonra bunu tam olarak uygulayan bir mimarmışçasına devrim yapamazsınız

Bir devrimi onu yaparken öğrenmek zorundasınız. Ve yarattığınız şeyi savunmak zorundasınız. Burada tek bir kişiden söz etmiyoruz, bir devrimi yapan, aynı anda onu öğrenen ve ona katılan kitlelerden söz ediyoruz.

Ayrıca eğitimsiz bir yığın insan var. Devrim kazanıldığında Küba’daki ortalama eğitim düzeyi yalnızca üçüncü sınıftı. Nikaragua durumunda, eğitimsiz insan kitlesi çok daha yüksekti. Bu eğitimsiz kitleler ansızın bir devrimi örgütlemek ve fabrikaların yönetimini üstlenmek zorunda kaldı. Fabrikaları yönetenler genellikle eski işçilerdir. Her şeyi kendi başlarına öğrenmek zorunda kaldılar. Bu ise süreci daha da karmaşıklaştıran br şeydir.

Ayrıca bir devletin nasıl idare edilmesi gerektiğini de öğrenmek zorundasınız: toplumsal durumlar, ekonomi, refah, geleceğe ilişkin tüm olası gelişmeleri önceden düşünmek. Üstelik dışarıdan saldırı da var. Sadece askeri bir saldırı değil, basını, radyosu aracılığıyla ideolojik öğeleri de kapasayan bir saldırı.

Kaynak: http://links.org.au/node/1916 , Çeviren: Kutlu Tunca, solkure.wordpress.com

Küba’da kapitalizmin yeniden inşası

Posted in Küba, Söyleşi ve Görüşmeler | Etiketler: , , | Leave a Comment »

‘Bolivya’nın denize açılma rüyası gerçek oluyor’

Posted by lahy 22/10/2010

Peru denize çıkışı olmayan Bolivya’ya Pasifik Okyanusunda ki küçük bir sahil şeridini 99 yıllığına kiraladı. Evo Morales ve Peru devlet başkanı Alan Garcia bu konuda ki anlaşmayı Çarşamba günü imzaladı.

The Guardian gazetesinde yayınlanan habere göre, “Denizlere açılma rüyası gerçek olan Bolivya, burada bir liman inşa edecek, küresel deniz ticaretinin bir parçası olacak. Peru Cumhurbaşkanı Alan Garcia imza töreninde, ‘Bolivya’nın okyanusa açılamaması adil değil. Burası aynı zamanda Bolivya’nın da denizi.’ dedi. Bir zamanlar, Garcia için ‘yeterince anti-emperyalist değil ve şişman’ diyen Bolivya Cumhurbaşkanı Eva Morales ise bir gün evlenirse, balayını bu sahilde inşa edilecek otelde geçireceğini söyledi.”

Bu anlaşma ile Bolivya bir dok, askeri gemilerin bağlanacağı bir yer ve serbest ticaret bölgesi elde ederek  bakır ve gümül gibi ürünlerin ihracatında Şili limanlarını kullanmayacak.

Gazete, iki ülkenin bu kardeşlik anlaşmasıyla 1879-84 Pasifik Savaşı’nda Bolivya’nın kıyı şeritini ve Peru’nun topraklarını işgal eden komşuları Şili’ye diplomatik bir mesaj verdiklerini belirtiyor.

kaynak_ Peru gives Bolivia a coast of its own

Posted in Bolivya, Genel Haberler | Leave a Comment »

Ekvador: Tutuklu öğrenci açlık grevinde

Posted by lahy 22/10/2010

EKVADOR Üniversite Öğrencileri Federasyonu Başkanı, Marcelo Rivera, 10 aydan fazla Garcia Moreno hapishanesinde tutuklu.

EKVADOR Üniversite Öğrencileri Federasyonu Başkanı, Marcelo Rivera, 10 aydan fazla Garcia Moreno hapishanesinde tutuklu. Rivera, Ekvador hükümetinin baskılarına dikkat çekmek ve özgürlük talebiyle açlık grevine başladığını duyurdu.

Rafael Correa yönetiminin siyasi bir tutuklusuyum” diyen Rivera, davasının Ekvador’daki otoriter rejimin de bir kanıtı olduğunu söyledi. Mücadelesinin işçilerin, yerli halkın, öğrencilerin, öğretmenlerin ve anayasanın demokratik ilkelerini savunan herkesin mücadelesinin bir parçası olduğunu belirten Rivera, Correa’nın yolsuzluğa bulaşanlar için af yolları ararken sürekli yolsuzlukla mücadele edenleriyse hemen tutuklattığına dikkat çekti.

8 Aralık 2009’da Rivera Üniversite Konseyinin aldığı bazı kararlara karşı çıkmak için üniversiteyi protesto eden öğrencilere katıldı. Üniversitenin aldığı kararların protesto edildiği gün üniversite rektörü, protestocu bir grubun arasında kalmış ve başından aldığı bir sopa darbesiyle yaralanmıştı.

Olayın olduğu sırada Rivera üniversitedeydi ve o günün kamera kayıtlarına göre de rektöre yönelik herhangi bir saldırıda bulunmamıştı. Ancak 200 polisin okulu işgal etmesiyle o gün yasa dışı gözlatılar da yapıldı. Ertesi gün çıkarıldığı mahkeme tarafından Rivera, Rektöre saldırmakla suçlandı ve tutuklandı. Savunma avukatları, bir çok etmenin davayı yönlendirdiğini belirtse de mahkeme sürece başladığı gibi devam etti. Yedinci duruşmada mahkeme Rivera’yı, ceza yasasının 164’üncü maddesinin tipik bir örneği olarak kamu personeline terörist saldırıyla suçladı. 10 ayı aşkın bir süredir aynı suçlamayla tutuklu bulunan Rivera, ülkedeki otoriter rejime ve kendi durumuna dikkat çekmek için önceki gün açlık grevine başladığını duyurdu. (DIŞ HABERLER=Evrensel)

Posted in Ekvador, Genel Haberler | Leave a Comment »